İki saatlik UAI havayolları ile Kiev Borispo hava limanındayız.Otobüsle 4o dakikada Railway staton a ulaşıp arkadaslarımızla buluşuyoruz.
Özlem gidermece arasında, kaçamak bakışlarla şehirde geçtiğimiz yerleri kaçırmamaya çalışıyorum.Çok acıkmışsınızdır diyorlar, gezmeyi özlemişim; farkında bile değilim.
Kiev mutfağından kiev tavuğu, mantı, ıspanaklı krep ve tavuklu ıspanak ile doyuyoruz.Yeni bir öneri geliyor:Ünlüdür görmelisiniz diyorlar; Mafia' ya gidiyoruz..Mafia bir bar restoran, adıyla ilgisi olmayan şık ve zevkli bir dekoru var ; filtresiz alkollü birası süperdi.
Kiev de şehir dışındaki otelimizde bir gece konaklayıp, sabah Liviv'e yola çıkıyoruz.
Yollar çok rahat, 3er şeritli bölünmüş yol, trafik kurallarına istisnasız uyuyorlar.Yol boyundaki köyler, tarlalar, ağaçlar, şekilden şekile giren bulutlar, müzik, molalar ve sohbetle 6 saatin nasıl geçtiğini anlamadık.Harika bir yolculukla:
Ve Liviv
Kalabalık alanın üzerinde bir heykel göze çarpıyor ve çok sevdiğim taş mekanlar, sokaklar görülüyor.İncecik bir yağmur var.
Meydanda gastronomiye meraklı gezginlerin ilgisini
çekebilecek yer Çikolata
Müzesi var.Kakao çekirdekleri, bir sürü makine, leziz çikolatalar.Hemen yanında hediyelik eşya dükkanı.
Benimse ilgimi en çok Eczacılık Müzesi çekti..Eczane levhası var kapı gösterişli.Bizim gibi vitrini falan yok.İçeri girince benim için şölen var; ahşap raf ve dolaplar, drog kavanozları, porselen kavanozlar, çekmeceli bugunun kapalı sistemine ilham veren dolaplar , tavanda aynalar ve banko arkasından hizmet vermeye çalışan 3kişilik bir ekip diyerek ,büyülenmiş gibi bakınırken; bankonun yan tarafından aldığı biletle eşim iç kısmı işaret ediyor.Aman allahım dahası varmış.İç içe iki oda, eczacılık tarihini anlatıyor.Kocaman havanlar, kapsul, pilul aletleri, eskiye dair pek çok şey.Buradan basamaklarla bir üst kat çıkıyoruz.İç avlu yemyeşil saksılar, sarmaşıklarla çok düzenli, karşıda bitkilerle , kazanlarla, bir ocakla birlikte epey eskilere götüren loş, nemli, biraz gizemli ve küçük bir çarpıntıyı kalbe bırakan bir oda.Sonra bizi bahçeden eczanenın yan kısmı olduğunu anladığımız bir girişten yan sokağa çıkardılar.Hala rüyadayım.Adeta mesleğimde bir zaman yolculuğuydu.
Mimari anlamda Liviv, Orta Avrupa kentleri ile benzer zenginlikte.Ama
görür görmez şu düşünce oluşuyor; tarih,
samimiyet ve minyatür bir şehir havası.Arabamızı parkederken kitap sergisi
olduğunu fark ediyoruz.
Evimiz Rynok Meydanında.Ev
sahibini arıyor ve buluşuyoruz.1800 lere tarihli bir bina.Giriş kapısı
gösterişli.Ama girince şaşırıyorum.Bakımsız ve karanlık.Gıcırdayan ahşap
mrdivenler ve harika ahşap trabzanları var, bıraz tozlu ve korku filmi gibi.Burada
apartman girişleri ile ilgili bakımı yapan şehrin muhtarı diyebileceğim biri
varmış.Bakım daire sahiplerinin katkısı ile yapılmıyormuş.Bundan biraz
bakımsızmış.Dairemize çıkınca fikrim değişiyor.Minimal döşenmiş, kullanışlı.Bizi
gezdiriyor, bilgi veriyor, anahtarı bırakıp gidiyor.Hemen dışarı çıkıyoruz.Çok
merkezi bir yer seçtiğimizi bilsem de şaşırıyorum.
Rinok (Rynok,Pazar) Meydanı; Her yere
buradan ulaşabilirsiniz.Oldukça renkli ve hareketli, taş sokaklarda tarihin
içindesiniz.Kentin genelinin aksine buradaki yapılar Gotik mimaride inşa edilmiş. İnsanlar cafelerde ve sokakları
turluyor.Hediyelik eşya dükkanları, sokak müzisyenleri ile neşeli.Evler biri
dışında 3er pencereli.Araziler o kadar pahalıymış ki, cepheler dar, ince uzun
inşa edilmişler.Harika bir renklilik katmış.Tek bir yapı daha geniş o da zengin
biri ve kraliyet izniyle yapılmış.Eski Kent’in tüm detaylarına hâkim
olabileceğiniz bir kuleye sahip Lviv Belediye Binası,
bu meydandaki en önemli yapı konumunda. Belediyenin içinde labirent gibi
dolaşıp, Ratusha Kulesine giden girişi buluyoruz.20 Grivna karşılığı nefes
nefese 300 basamağı adımlamaya başlıyoruz.Ahşap trabzanlara dokunmak
çocukluğumdaki evimizi anımsatıyor. 160 yıllık bir tarihin içindeyiz.Çanlı
saatin işleyişini kuleyi tamamlamaya 1kat kala seyrediyor, soluklanıyor ve o
güzel manzaraya kavuşuyoruz.Sokaklar, binalar, şehrin düzeni ayaklarımız
altında.
Benimse ilgimi en çok Eczacılık Müzesi çekti..Eczane levhası var kapı gösterişli.Bizim gibi vitrini falan yok.İçeri girince benim için şölen var; ahşap raf ve dolaplar, drog kavanozları, porselen kavanozlar, çekmeceli bugunun kapalı sistemine ilham veren dolaplar , tavanda aynalar ve banko arkasından hizmet vermeye çalışan 3kişilik bir ekip diyerek ,büyülenmiş gibi bakınırken; bankonun yan tarafından aldığı biletle eşim iç kısmı işaret ediyor.Aman allahım dahası varmış.İç içe iki oda, eczacılık tarihini anlatıyor.Kocaman havanlar, kapsul, pilul aletleri, eskiye dair pek çok şey.Buradan basamaklarla bir üst kat çıkıyoruz.İç avlu yemyeşil saksılar, sarmaşıklarla çok düzenli, karşıda bitkilerle , kazanlarla, bir ocakla birlikte epey eskilere götüren loş, nemli, biraz gizemli ve küçük bir çarpıntıyı kalbe bırakan bir oda.Sonra bizi bahçeden eczanenın yan kısmı olduğunu anladığımız bir girişten yan sokağa çıkardılar.Hala rüyadayım.Adeta mesleğimde bir zaman yolculuğuydu.
Pazar Meydanı’nın güneyinde Bernardine Kilisesi var.Bir ihtişam bir ihtişam.Domınıcan katedrali altın
kuleleri ile her yerden görünüyor, Ermeni katedrali, st.Peter kilisesi,
Dormition katedrali, 1360 tarihli Latin Katedrali ile bahçesinde Metropolitan
Sarayı’nın bulunduğu St.
George Kilisesi de mimari bakımdan güzel dini
yapılar. Ermeni kilisesinin , karşısındaki bir bankta soluklanmak iyi
oldu.Bakmaya doyamıyorum.
Bugün programımıza vakit kalsın diye bir taxi ile
kaleye gidiyoruz. Lviv
High Castle Park.Yemyeşil bitki örtüsü ile kaplı
patikalarında ki merdiven ve yol olarak düzenlenmiş, yürüyüş yaparak bir
zamanlar burada olan kaleden söz ediyoruz.Zirvede bir televizyon kulesi, Lublin Birliği Höyüğü
ile yanyana.Buradan da şehri görmek, izlemek güzel. Ama favorim Belediyenin
kulesi.
Bir sürü güzel cadde, sokak ve ev geçip, Opera Binası na ulaşıyoruz.Önünde şık kişiler
bekliyor.Sanatın yaşaması çok güzel.Neo Rönesans tarzında binanın dış cephesi
kemerli ve sutunlu pencereler, üstnde heykellerle, hayat kısa sanat uzun
dedirtecek güçte.Altından nehir geçiyormuş.Önündeki havuz ve onu caddeden
ayıran bu düzlükte opera binası çok güzel.
Farklı milletlerden insanların yüzyıllardır beraber
yaşıyor olması ve komşu devletlerle yakın ilişkileri, kültürel anlamda Lviv’in
zengin bir kent haline getirmiş.Herkes saygılı. Trafikte ve kurallara uymada çok iyiler.Cadde boş bile olsa yaya geçitlerinde ışığı bekliyorlar.Ülkemde özlediğim şeyler bunlar.
Gerek eğlence hayatının günlük yaşamla iç içe olması
gerekse de küçük yüz ölçümü ile bir
sıkıntı yaşamadık.Her anımız dolu geçti, geçirdik.Oldukça kalabalık ve bu daha çok turistlerden kaynaklanıyor. Sevdiklerimden oluşan bir listem var.
·
Rinok Meydanı’ndaki Lviv Belediye Binası‘nın kulesine çıkıp, çevrenin eşsiz manzarasını
izlemek
·
Bir şeyler içmek istediğinizde kentin en
gözde mekânları arasında sayılan ve çeşit çeşit biraların servis edildiği Pravda Beer Theatre‘a gitmek.
·
Kentin simgelerinden biri olan Opera
Salonu’nu ziyaret etmek.
·
Lviv
High Castle Park ta yürümek ve kahve molası
·
Sokaklarda
gece bir birayı yudumlamak
·
Sado mazo cafenin kırbaçlarından
nasibimizi alıp, yer bekleyip paramızla kırbaçlanmamak için koşarcasına
kendimizi dışarı atmak.
·
Eczacılık müzesinde zaman yolculuğu
·
Troleybüslerdeki şoför teyzeleri izlemek
·
Taş sokaklarda sekerek yürümek
·
Puzata Hata adındaki mutfağı keşfedip,
Ukrayna mutfağını tatmak
·
Cruasan Liviv deki lezzetleri tatmak
·
Vişneli, mantarlı, patlıcanlı ve balıklı
böreklerden yemek
·
Bir şehir pazarı ve antikacılar çarşısı
bulmak
·
Sokaklara taşan şarap mekanları
·
Bir cafede milongaya rastlayıp dans
etmek
·
Bu listenin uzayacağı kesin
Ukrayna’nın kültürel anlamda başkenti sayılan Lviv’de
Sovyet esintilerinin en yoğun şekilde hissedilebileceği konu, hiç kuşkusuz
ulaşım. Çünkü hem havaalanı transferinde hem de şehir içi ulaşımda kullanılan
birçok ağ, kentin Sovyet yönetimi altında olduğu dönemde kurulmuş ve araçlar da
oradan getirtilmiş.Temiz sokaklar, saygı ve kurallara uymak, minimal yaşamlar da bundan.Ulaşım deyince en çok troleybusleri sevdim.Üstelik
genelde 70 yaş üstü hanımlar kullanıyor.Şık ve makyajlılar. Taxi kullanmak için
uygulama yükledik.Haritadan nereye gideceğinizi seçiyorsunuz, size yakın taxıler
ve fıyatları çıkıyor.Taxıyı seçince sizi konumunuzdan alıp istediğiniz yere
bırakıyor ve ücreti yol sonunda telefonunuza geliyor.Harika bir uygulama bu.Şehir içerisinde ise toplu ulaşımda troleybüs ve otobüslere ek
olarak tramvaylardan da faydalanılıyor. Rinok Meydanında
konakladığımızdan kenti yürüyerek keşfediyoruz.
Böylece günlük hayatla da iç içeyiz.
Yürümek size zahmetli gelirse ulaşım aracı seçiminde
önceliği tramvaya verebilirsiniz. Nostaljik araçlar vasıtasıyla
kentin çeşitli noktalarına ulaşım, 11 hat üzerinden gerçekleştiriliyor. Şehir içi ulaşımın bel kemiğini ise
çevreci troleybüsler oluşturuyor.
Parkın İçindeki Özgür Şehir; Kiev
5. yüzyıla kadar uzanan
geçmişi ile Kiev, Doğu Avrupa’nın en eski şehirlerinden. Slavlar,
Moğollar, Litvanya Dükalığı, Rus İmparatorluğu derken II. Dünya Savaşı sırasında şiddetli
çatışmalara sahne olan Kiev, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çökmesi sonucunda
bağımsızlığını ilan eden Ukrayna’nın başkenti haline gelmiş.
Bu gece degişik bir rotadan yürüdük Kreşatik Caddesinin sonuna kadar geldik, sol
köşede Arena City isimli bir bina var.Burada birçok gece kulübü ve restaurant var,
gece kulübüne davet eden 3 kat topuklu asortik bir bayandan başka, şu an kimse
yok.Oysa gecenin ilerleyen saatleri ve hafta sonları oldukça hareketliymiş.
Yarım gününüzü ise 2. dünya savaşı müzesi'ne ayırın derim. Elinde kılıç olan parlak, Rodina Mat isimli Kiev'in koruyucu dev heykelini zaten çok uzaktan da görebilirsiniz. Nazi-Sovyet Savaşında hayatını kaybeden 7 milyondan fazla Ukraynalı Asker anısına dikilen diğer adıyla Mother Motherland heykeli, ,sağ elinde yükselen kılıcıyla, vatanın kutsallığını, sol eli ile yolu gösteriyormuş.
Müzeye gelince, bir savaş müzesi için ; tüm yaşadıklarını gerçekten çok güzel bir şekilde tasnifleyip gelecek nesillere aktarmak üzere 2.Dünya Savaşı Ukrayna Tarihi Müzesi’nde sergilemişler. Müzede 16 sergi salonu var.Hem görevlilerce hem de levhalarla yönlendiriliyorsunuz.Fotoğraflar, eşyalar, giysiler, canlandırmalar, her şey bir canlılığı ve içi dışı kül savaşı anlatıyor.Tüyler ürpertici.Yaşanmışlıklar, yok oluş, var kalmaya çalışmak, özgürlük, ölüm, yaşam; dün, bugün, yarın.Çok güzel düzenlenmiş, sıkılmayacağınız, her yerinde bir ayrıntıyı yakalayacağınız müzede;
6 numaralı salon ise fotoğraf çekmek için en zor yer. İnsandan yapılma sabun ve eldiven, çocuk öldürme giyotinleri, kemik öğütücüler ve ne kadar insan aklının alamayacağı mezalim varsa burada toplanmış. 2. Dünya Savaşı’nda yaşananları Ukrayna özelinde görmek için mutlaka bu müzeyi gezin.
Müze, bahçesi ve çevresi ile çok
güzel.Geniş mi geniş alana sahip, uzaktan nehri görüyorum.Koruyucu heykelden
alt kata bahçeye doğru indiğinizde , grup bir heykel daha karşılayacak
sizi.Hareket ve yüzlerdeki ifadeyle savaşın içinde yaşıyor insan çok gerçekçi
çalışılmış. Bahçeden çıkış
kapısına doğru eski tanklar, savas
ucaklarından oluşan gruplar sizi bekliyor.
Parkın İçindeki Özgür Şehir; Kiev
5. yüzyıla kadar uzanan
geçmişi ile Kiev, Doğu Avrupa’nın en eski şehirlerinden. Slavlar,
Moğollar, Litvanya Dükalığı, Rus İmparatorluğu derken II. Dünya Savaşı sırasında şiddetli
çatışmalara sahne olan Kiev, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çökmesi sonucunda
bağımsızlığını ilan eden Ukrayna’nın başkenti haline gelmiş.
Arabayla Kiev’e geçerken;
görkemli taş binalar, geniş caddeler, uyumlu huzurlu trafik, parklar ve
bahçeler tüm güzelliklerini sergiledi.
Dairemiz Dinyeper Nehri’nin batı
kıyısında, ünlü Kreşatik Caddesinde (Khreshchatyk) yer alıyor.
Bağımsızlık Meydanı hemen sağımızda, Zaranın üzerinde dıştan yine tarihle süslü
harika bir binadayız. Kiev’de internetin güvenilir rezervasyon sitesi
olan Booking.com üzerinden yaptığımız Partner
Hause adlı bir şirketten oda, mutfak ve banyodan oluşan sevimli bir
dairedeyiz.Binanın dışı ne kadar tarihse içi o kadar modern döşenmiş.
Yine Liviv’deki gibi, kocaman, ağır ve zor açtığım otomatik, demir süslü bir
kapıdan geniş bir giriş, merdivenler ve hemen solda asansör var.Yine bakımlı
diyemeyeceğim bir giriş.Her seferinde bu girişleri harap görüp, nasıl bir yerde
konaklayacağız diye sorularla dolu dairemize ulaşıyor ve ancak dairemizi
görünce rahatlıyorum.Manzaramız da çok
güzel ve çiçekli bir balkonu var.
Vizesiz seyahat edebileceğiniz
tatiller arasında olan Kiev’de, gezilecek tarihi yapıların büyük çoğunluğu ya
Sovyet esintileri ya da Ortodoks mimarisinden izler taşıyor. Bunlara ek olarak
kent merkezinde bile Goethe‘nin neden “parkın içindeki şehir” yakıştırmasını yaptığının
kanıtı olan, huzur veren geniş yeşil
alanları görebiliyorsunuz.
Gezi
listemizin ilk sırasında yer verdiğimiz Khreshchatyk, kentin ana caddesi olma özelliğini taşıyor.
Çevresindeki binalarla beraber II. Dünya Savaşı’nın ardından Stalinist mimariye
uygun şekilde yeniden inşa edilen cadde, günün büyük bölümünde canlı atmosfere
sahip.İlk bakışta kocaman taş bloklardan binalar var, pek çoğu aynı renk taşlar bunlar.Binaların ilk iki katı
sonrası süslemeler başlıyor; sütunlar, heykeller gibi. Cadde üzerinde yer alan
en önemli turistik mekânsa Bağımsızlık Meydanı.Ukrayna tarihine damgasını vuran birçok protesto
gösterisinin gerçekleştirildiği meydanın ortasında Başmelek Mikail’in tasvir
edildiği yüksek bir heykel var. Alanda ayrıca kentin kurucularına adanmış anıt
da oldukça ilgi çekici.Sergi için sanıyorum, kocaman demir üzerinde insan
figürü olan plakalar yerleştirmişler.Bunlar meydanın görkemini engellese de,
basamaklardan oluşan havuzdan akan sular, meydanın hemen yanında çiçek bahçesi
olan alandaki kocaman saat, her şey
görkemli.Hemen karşıdan görülen fıskıyeli havuzların olduğu alanda, geceleri
ışık ve müzikle danseden suları izlemek çok keyifli.
Caddenin bir ucunda kapalı Besarabsky Pazarı diğer ucunda ise Bağımsızlık Meydanı yer alıyor. Besarabsky
Pazarı, ucuz sokak yemekleri, renk renk
turşular, otantik tatlar ve kahveler,
sebze ve meyvelerle dolu.
Kreşatik Caddesinin en güzel
özelliklerinden biri ise hafta sonları belirli saatten sonra trafiğe kapanıp
sokak sanatçılarına, konserlerine ev sahipliği yapması. Pazar günü caddeyi
böyle kapalı yakaladık ve hava
karardıktan sonra da cadde boyunca dolaşmak oldukça keyifliydi.
Kreşatik Caddesi’ne
yaklaşık 10-15 dakikalık bir yürüyüş
mesafesinde Ulusal Opera Evini görmelisiniz.1867 yılında
açılan yapı, Barok tarzının güzel örneklerinden. İçerisinde Güzel Sanatlar
Müzesi yer alıyor.
Operayı geçtikten sonra,
Altın Kapı’yı
görüyoruz,
1024’te inşa edilen ve şehrin ana giriş kapısı olarak kullanılan Altın Kapı
(Zoloti Vorota-Golden Gate), şimdilerde müze olarak hizmet veriyor. Etrafı
parkla çevrili olan kapının surları başta savunma amaçlı inşa edilmiş olsa da
bu surlar günümüze kadar gelmeyi başaramamış.Çevresindeki minik park dinlenmek
için ideal.
Bu gece degişik bir rotadan yürüdük Kreşatik Caddesinin sonuna kadar geldik, sol
köşede Arena City isimli bir bina var.Burada birçok gece kulübü ve restaurant var,
gece kulübüne davet eden 3 kat topuklu asortik bir bayandan başka, şu an kimse
yok.Oysa gecenin ilerleyen saatleri ve hafta sonları oldukça hareketliymiş.
İlginizi
çekiyorsa, Pivarium, Solomyanska
Brovarnya, Shato, Syndicate biralarını kendi yapan Kreşatik
caddesindeki mekanlar.Filtresiz bira ve karamel renkli bira deneyin derim.
St.
Sophia Katedrali yine merkezde bulunan yürüyüşle
ulaşacağınız en meşhur kiliselerden
biri. St. Michael Katedrali
ise, St. Sophia ile karşı karşıya. Her iki katedralin de kapıları
karşılıklı birbirine bakıyor. St. Sophia Kilisesi, UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne alınmış. Aziz
Sofya Katedrali (Saint Sophia’s Cathedral) ismini Ayasofya‘dan alıyor. Fresk
ve mozaikleri ile dikkat çeken bu 11.yüzyıl yapısı, Ukrayna’nın 7 harikası
arasında sayılıyor. Barok stilde yapılmış mimarisi, altın kubbesi ve içinde yer
alan freskleriyle St. Michael Katedrali, görülmeden Kiev’den ayrılınmaması
gereken yapılardan. Katedral girişinde yer alan Çan Kulesine çıkarak,
çıkış biraz sıkıntılı olsa da en üst noktadan Kiev manzarasını seyretmek
oldukça keyifli, tavsiye ederim. Katedral ziyaretinde bilet alırken biraz
kafanız karışabilir çünkü birçok bilet çeşidi var. Katedral, çan kulesi, diğer
bölümler vb farklı ücretlendiriliyor.Fotoğraf çekmek katedral içinde yasak.
Gündüz saatlerinde, Caddenin, Bağımsızlık Meydanı yönünden yukarı merdivenlerle çıkıp, yürüyün: Kiev Ulusların Dostluğu Anıtı’nın bulunduğu Kreşatik Parkı ile Vladimir Tepesi’ni birbirine bağlayan yaya köprüsü burada. İki turistik rotayı birbirine bağlayan harika köprü ve oturma rahatlığıyla, nehri seyredebileceğiniz alan çok güzel. 210 metre uzunluğundaki bu güzel köprü 7 metre genişliğinde inşa edilmiş. Köprü üzerine ayrıca cam zemin panel var.Resmen tüylerim diken diken olarak üzerini adımlayabildim .Çünkü köprü çok yüksek, cam üzerinde havada yürüyor gibisiniz.Bütün olarak bakıldığında da Kiev için güzel bir görünüm ve kullanışlı bir turistik rota oluşturuyor.Çernobil Müzesinin olduğu taraftan köprüye aşağıdan baktığımda da , cam tabanı güzel bir açıklık sunuyor.
Köprüden sonra ulaştığınız park ve yeşil alanlarsa neredeyim diye sorduruyor güzelliğiyle. Bunlardan, Mariinsky Park, Kiev gezilecek yerler listenize ekleyebileceğiniz güzel bir park. 1874 senesinde kurulan ve şehrin en popüler parklarından olan yürüyüş yapabileceğiniz ve biraz merkezin gürültüsünden uzaklaşmak için ideal bir yer.Parkın içerisinde 1744-1752 seneleri arasında Rus imparatoriçesi Elizaveta Petrovna tarafından yaptırılan dönemin ünlü mimari Francesco Bartolomeo Rastrelli imzalı Mariinsky Sarayı yer alıyor. Barok tarzdaki bu saray cumhurbaşkanın Kiev’deki resmi tören evi.
Gündüz saatlerinde, Caddenin, Bağımsızlık Meydanı yönünden yukarı merdivenlerle çıkıp, yürüyün: Kiev Ulusların Dostluğu Anıtı’nın bulunduğu Kreşatik Parkı ile Vladimir Tepesi’ni birbirine bağlayan yaya köprüsü burada. İki turistik rotayı birbirine bağlayan harika köprü ve oturma rahatlığıyla, nehri seyredebileceğiniz alan çok güzel. 210 metre uzunluğundaki bu güzel köprü 7 metre genişliğinde inşa edilmiş. Köprü üzerine ayrıca cam zemin panel var.Resmen tüylerim diken diken olarak üzerini adımlayabildim .Çünkü köprü çok yüksek, cam üzerinde havada yürüyor gibisiniz.Bütün olarak bakıldığında da Kiev için güzel bir görünüm ve kullanışlı bir turistik rota oluşturuyor.Çernobil Müzesinin olduğu taraftan köprüye aşağıdan baktığımda da , cam tabanı güzel bir açıklık sunuyor.
Köprüden sonra ulaştığınız park ve yeşil alanlarsa neredeyim diye sorduruyor güzelliğiyle. Bunlardan, Mariinsky Park, Kiev gezilecek yerler listenize ekleyebileceğiniz güzel bir park. 1874 senesinde kurulan ve şehrin en popüler parklarından olan yürüyüş yapabileceğiniz ve biraz merkezin gürültüsünden uzaklaşmak için ideal bir yer.Parkın içerisinde 1744-1752 seneleri arasında Rus imparatoriçesi Elizaveta Petrovna tarafından yaptırılan dönemin ünlü mimari Francesco Bartolomeo Rastrelli imzalı Mariinsky Sarayı yer alıyor. Barok tarzdaki bu saray cumhurbaşkanın Kiev’deki resmi tören evi.
Yarım gününüzü ise 2. dünya savaşı müzesi'ne ayırın derim. Elinde kılıç olan parlak, Rodina Mat isimli Kiev'in koruyucu dev heykelini zaten çok uzaktan da görebilirsiniz. Nazi-Sovyet Savaşında hayatını kaybeden 7 milyondan fazla Ukraynalı Asker anısına dikilen diğer adıyla Mother Motherland heykeli, ,sağ elinde yükselen kılıcıyla, vatanın kutsallığını, sol eli ile yolu gösteriyormuş.
Müzeye gelince, bir savaş müzesi için ; tüm yaşadıklarını gerçekten çok güzel bir şekilde tasnifleyip gelecek nesillere aktarmak üzere 2.Dünya Savaşı Ukrayna Tarihi Müzesi’nde sergilemişler. Müzede 16 sergi salonu var.Hem görevlilerce hem de levhalarla yönlendiriliyorsunuz.Fotoğraflar, eşyalar, giysiler, canlandırmalar, her şey bir canlılığı ve içi dışı kül savaşı anlatıyor.Tüyler ürpertici.Yaşanmışlıklar, yok oluş, var kalmaya çalışmak, özgürlük, ölüm, yaşam; dün, bugün, yarın.Çok güzel düzenlenmiş, sıkılmayacağınız, her yerinde bir ayrıntıyı yakalayacağınız müzede;
6 numaralı salon ise fotoğraf çekmek için en zor yer. İnsandan yapılma sabun ve eldiven, çocuk öldürme giyotinleri, kemik öğütücüler ve ne kadar insan aklının alamayacağı mezalim varsa burada toplanmış. 2. Dünya Savaşı’nda yaşananları Ukrayna özelinde görmek için mutlaka bu müzeyi gezin.
Müze, bahçesi ve çevresi ile çok
güzel.Geniş mi geniş alana sahip, uzaktan nehri görüyorum.Koruyucu heykelden
alt kata bahçeye doğru indiğinizde , grup bir heykel daha karşılayacak
sizi.Hareket ve yüzlerdeki ifadeyle savaşın içinde yaşıyor insan çok gerçekçi
çalışılmış. Bahçeden çıkış
kapısına doğru eski tanklar, savas
ucaklarından oluşan gruplar sizi bekliyor.
Müzeyi gezdikten sonra hemen yan
tarafta bulunan kiev'in en büyük kilisesi olan Pecherska Lavra kilisesi kesinlikle
görülmeli. Kiev hepimizin bildiği gibi kiliseler ve manastırlar
şehri. Ancak, bu manastır Kiev’deki mabetlerin atası gibi. Burası, Ortodoksların
kutsal hacı olma yeri ve UNESCO listesinde de yer alan Kiev’in En Önemli dini merkezi . Kiliselerin
12’si yer üstünde, 6’sı yer altında bulunuyor. Bu sebeple bu manastıra, yani “Mağaralar Manastırı” na, Pechersk Lavra’ya Church of Trinity’nin hala ayakta kalan kapısından giriliyor.Pechersk
Lavra, 28 hektarlık bir arazi üzerine kurulmuş çok büyük bir kompleks.
Kilise tek bir binadan ziyade, bir binalar kompleksi gibi. İçeri girdikten sonra önünüze ilk olarak bir paskalya
yumurtası çıkacak. Parlak, aynalardan oluşan bir yumurta bu.Solunuzda Pechersk
Lavra’nın Tarihi Müzesi var.
1731-1745 yılları arasında inşa edilen The Great Lavra Bell Tower ya da diğer adıyla The Great Belfry, manastırın çan kulesi. Kule 96,5 m yükseklik ile manastırın en yüksek binası. Nefes nefese merdivenlerini çıktığımız , 3 katlı olarak inşa edilen kulenin son katında bir gözlem platformu var. Kulenin gözlem platformuna çıktığımızda çok güzel bir manzara ile karşılaşıyor ve buraya çıkmakla ne kadar doğru yaptığımızı görüyoruz. Hemen karşımızda muhteşem The Assumption Cathedral’i var. Hemen sağ tarafımızda ise bir yemekhane bulunuyor. Devamındaki yapı ise Metropolitan Evi. Uzaklarda ise Dinyeper Nehri ve karşı kıyıdaki şehrin modern yüzü ile Kiev Anavatan Heykeli görülüyor.Yine ilerde zamanında keşişlerin kaldığı ve eğitim gördüğü binalar var.Manastırdaki en büyük bina The Assumption Cathedral’i.Katedralin içi loş , hatta karanlık, mumlarla daha da farklı.Görkeminin yanı sıra, duvar resimleri mutlaka görülmeli. Katedralin hemen sol tarafındaki tek katlı bina kompleksi ise Ukrayna Hazineleri Müzesi.Yine, Lavra kilisesi içerisinde bulunan Mikrominyatür Müzesini de gezebilirsiniz.
Yolun sonunda da gezmeyi hevesle beklediğim tarihi mağaralar var. Mağaraların zamanında Moskova'ya kadar yer altından gittiği rivayet ediliyor.
Ortadoks inancında hacı olabilmek için buradaki 1000 yıllık mağaralarda ibadet yapmak şartmış. Mağaralar Vedensky Kilisesi’nin altında bulunuyor. Girişte eğer kısa elbiseli ve şortluysanız mutfak önlüğü benzeri bir elbise giymenizi ve baş örtüsü takmanızı istiyorlar. Elektrik yok. Mağaralar birbirine ince koridorlarla bağlı. İçerisi labirent gibi ve dar. Mumsuz önünüzü görmeniz imkansız. Her taraf hacı adayları ve papazlarla dolu.Bazı mağaralardaki ibadeti , arkadan gelen ziyaretçiler izin verirse izleyebiliyorsunuz. Mağara içerisinde mumyalanmış papazların bulunduğu küçük üstü cam tabutlar var, dini günlerde ve gezerken insanlar bu tabutların başında dua ediyor. Giysilerini görüyorsunuz, bazılarında gümüş bir el göğsünde duruyor.Oldukça klostrofobik bir ortam.Bu rotaya da sabah başlayıp, akşaüstüne dek sürdürdük. Burayı gezmeyi tamamlayınca, taksi tutup dönmek daha mantıklıydı. Bu bölgeye yakın olan Arsenalna Metrosu’na geldik. 105.5 metre derinliğiyle dünyadaki en derin metro istasyonu bu. Yürüyen merdivenlerle 5-10 dakika boyunca sürekli aşağı doğru iniyorsunuz.Görün ve mutlaka bir yerlere onunla ulaşın. Bu metro, dünyanın en eski ve büyük metrolarından biri olmasının yanı sıra iç tasarımı ve mühendisliğiyle de göz dolduruyor. Kalabalık ama kimse kimsye çarpmıyor.Ne kadar derin dediğim ama güzelliği, havadarlığı ve temizliğiyle hiç rahatsız etmeyen bir deneyimdi.
Eski Kiev’i görmek istiyorsanız mutlaka Podol’a gitmelisiniz. Bu semt, yerel mimariyi görebileceğiniz evleri, dar sokakları, limanı, kuşaktan kuşağa uzun yılar boyunca kurulan pazarı ile şehrin görülmesi gereken önemli noktalarından. Başkanlık Sarayı’nın bir parçası olan Canavarlı Ev (House with Chimera) Kievli mimar Vladislav Gorodezhki tarafından 1903 yılında yapılmış. Mimar, bu binayı çok sevdiği kızının ölümü üzerine, akıl sağlığını kaybederek tasarlamış. Bina, dışında ve içinde çok sayıda canavar heykelini barındıran fantastik bir yapı.Baktıkça yeni bir heykel keşfediyorsunuz.Korkutucu mu, ürkütücü mü, bunalım mı adlandıramadığım yapı.
Benim Kiev seyahatimdeki favori noktalarımdan biri de Andrevski Yokuşu (Andrevski Spusk) oldu. Burası geçmişte şehrin yönetim kısmı olan üst bölge ile halkın yaşadığı alt bölgeyi birbirine bağlayan önemli bir geçitken ,günümüzde şehrin en popüler yerlerinden.Yokuş, ilk yapıldığı dönemde yayaların geçebileceği bir yerken 1711 yılında yol genişletilerek at arabalarının da geçebileceği önemli bir bağlantı yolu olmuş.
Arnavut kaldırımları ile dikkat çeken Podil semtinin bu güzel bölgesinin en üst kısmında St Andrews Kilisesi yer alıyor.Yokuşun başında tüm görkemi ve göğe uzanan kuleleriyle renkli. Özellikle kilise ve çevresi bana ressamlarıyla Paris‘teki Montmartre Tepesi‘ni anımsattı.
Bölgenin en önemli özelliği ise hediyelik eşya alışverişi konusunda şehrin en zengin noktası olması. Yokuş boyunca tezgahlar sıralanmış durumda. Matruşkalar, yöresel kıyafetler, magnetler, ahşap ürünler .Bunun dışında tezgahlarda yer alan ve Sovyet döneminden kalma askeri ürünler, flamalar, antika ürünlerin yanında eski fotoğraf makinesi öyle çok ki şaşırıyorum.
1731-1745 yılları arasında inşa edilen The Great Lavra Bell Tower ya da diğer adıyla The Great Belfry, manastırın çan kulesi. Kule 96,5 m yükseklik ile manastırın en yüksek binası. Nefes nefese merdivenlerini çıktığımız , 3 katlı olarak inşa edilen kulenin son katında bir gözlem platformu var. Kulenin gözlem platformuna çıktığımızda çok güzel bir manzara ile karşılaşıyor ve buraya çıkmakla ne kadar doğru yaptığımızı görüyoruz. Hemen karşımızda muhteşem The Assumption Cathedral’i var. Hemen sağ tarafımızda ise bir yemekhane bulunuyor. Devamındaki yapı ise Metropolitan Evi. Uzaklarda ise Dinyeper Nehri ve karşı kıyıdaki şehrin modern yüzü ile Kiev Anavatan Heykeli görülüyor.Yine ilerde zamanında keşişlerin kaldığı ve eğitim gördüğü binalar var.Manastırdaki en büyük bina The Assumption Cathedral’i.Katedralin içi loş , hatta karanlık, mumlarla daha da farklı.Görkeminin yanı sıra, duvar resimleri mutlaka görülmeli. Katedralin hemen sol tarafındaki tek katlı bina kompleksi ise Ukrayna Hazineleri Müzesi.Yine, Lavra kilisesi içerisinde bulunan Mikrominyatür Müzesini de gezebilirsiniz.
Yolun sonunda da gezmeyi hevesle beklediğim tarihi mağaralar var. Mağaraların zamanında Moskova'ya kadar yer altından gittiği rivayet ediliyor.
Ortadoks inancında hacı olabilmek için buradaki 1000 yıllık mağaralarda ibadet yapmak şartmış. Mağaralar Vedensky Kilisesi’nin altında bulunuyor. Girişte eğer kısa elbiseli ve şortluysanız mutfak önlüğü benzeri bir elbise giymenizi ve baş örtüsü takmanızı istiyorlar. Elektrik yok. Mağaralar birbirine ince koridorlarla bağlı. İçerisi labirent gibi ve dar. Mumsuz önünüzü görmeniz imkansız. Her taraf hacı adayları ve papazlarla dolu.Bazı mağaralardaki ibadeti , arkadan gelen ziyaretçiler izin verirse izleyebiliyorsunuz. Mağara içerisinde mumyalanmış papazların bulunduğu küçük üstü cam tabutlar var, dini günlerde ve gezerken insanlar bu tabutların başında dua ediyor. Giysilerini görüyorsunuz, bazılarında gümüş bir el göğsünde duruyor.Oldukça klostrofobik bir ortam.Bu rotaya da sabah başlayıp, akşaüstüne dek sürdürdük. Burayı gezmeyi tamamlayınca, taksi tutup dönmek daha mantıklıydı. Bu bölgeye yakın olan Arsenalna Metrosu’na geldik. 105.5 metre derinliğiyle dünyadaki en derin metro istasyonu bu. Yürüyen merdivenlerle 5-10 dakika boyunca sürekli aşağı doğru iniyorsunuz.Görün ve mutlaka bir yerlere onunla ulaşın. Bu metro, dünyanın en eski ve büyük metrolarından biri olmasının yanı sıra iç tasarımı ve mühendisliğiyle de göz dolduruyor. Kalabalık ama kimse kimsye çarpmıyor.Ne kadar derin dediğim ama güzelliği, havadarlığı ve temizliğiyle hiç rahatsız etmeyen bir deneyimdi.
Eski Kiev’i görmek istiyorsanız mutlaka Podol’a gitmelisiniz. Bu semt, yerel mimariyi görebileceğiniz evleri, dar sokakları, limanı, kuşaktan kuşağa uzun yılar boyunca kurulan pazarı ile şehrin görülmesi gereken önemli noktalarından. Başkanlık Sarayı’nın bir parçası olan Canavarlı Ev (House with Chimera) Kievli mimar Vladislav Gorodezhki tarafından 1903 yılında yapılmış. Mimar, bu binayı çok sevdiği kızının ölümü üzerine, akıl sağlığını kaybederek tasarlamış. Bina, dışında ve içinde çok sayıda canavar heykelini barındıran fantastik bir yapı.Baktıkça yeni bir heykel keşfediyorsunuz.Korkutucu mu, ürkütücü mü, bunalım mı adlandıramadığım yapı.
Benim Kiev seyahatimdeki favori noktalarımdan biri de Andrevski Yokuşu (Andrevski Spusk) oldu. Burası geçmişte şehrin yönetim kısmı olan üst bölge ile halkın yaşadığı alt bölgeyi birbirine bağlayan önemli bir geçitken ,günümüzde şehrin en popüler yerlerinden.Yokuş, ilk yapıldığı dönemde yayaların geçebileceği bir yerken 1711 yılında yol genişletilerek at arabalarının da geçebileceği önemli bir bağlantı yolu olmuş.
Arnavut kaldırımları ile dikkat çeken Podil semtinin bu güzel bölgesinin en üst kısmında St Andrews Kilisesi yer alıyor.Yokuşun başında tüm görkemi ve göğe uzanan kuleleriyle renkli. Özellikle kilise ve çevresi bana ressamlarıyla Paris‘teki Montmartre Tepesi‘ni anımsattı.
Bölgenin en önemli özelliği ise hediyelik eşya alışverişi konusunda şehrin en zengin noktası olması. Yokuş boyunca tezgahlar sıralanmış durumda. Matruşkalar, yöresel kıyafetler, magnetler, ahşap ürünler .Bunun dışında tezgahlarda yer alan ve Sovyet döneminden kalma askeri ürünler, flamalar, antika ürünlerin yanında eski fotoğraf makinesi öyle çok ki şaşırıyorum.
Biraz daha aşağıda Solomyanska Brovarniya kesinlikle uğranması gereken bir yer. kendi biralarını
yapıyorlar. Filtresiz buğday birası denenmeli. Yokuşun sonuna doğru solda
meşhur Lviv Handmade Chocolate
ı gezin, ama fiyatları ucuz değil.
Yokuşun bitiminde varmış olduğunuz yer Podil
veya Padol olarak adlandırılan Kiev'in en eski mahallelerinden biri. Yokuş
bittikten sonra sağa dönüp cafe ve restaurantların bulunduğu Sagaidachnogo Caddesini boydan boya
yürüyün. Yol üzerinde, 1986 yılındaki Çernobil faciasından
etkilenenlere adanmış olan Chernobly
Museum (Çernobil Müzesi), faciaya ilişkin obje, fotoğraf ve belgeleri
sergiliyor.Sagaidachnogo caddesinin bitiminde nehir kenarına
ulaşırsınız
Sol tarafta büyük bir meydan ve eski bir tekne limanı gibi bir yapı
var. Bu alandan ileriye doğru nehir boyunca
yürüyebilirsiniz. Az ileride sadece yayalara özel Parkovy Köprüsü oldukça fotojenik.
Yaz aylarında nehir kenarı tamamen beach olarak kullanılıyor. hem cafeler var, hem de havlusunu serip yatanlar oluyormuş. Sahilden içeri doğru ilerlediğinizde sanki ege kıyılarında ufak bir sayfiye yerinde gibi hissedebilirsiniz. Şehir merkezinden 20 dk yürüyüş ile bu kadar sakin bir yere gelebilmek bence bir nimet.
Ve güzel nehrin ortasında adacık bir vaha gibi, burası da plajlarla süslü ve yeşil.
Yaz aylarında nehir kenarı tamamen beach olarak kullanılıyor. hem cafeler var, hem de havlusunu serip yatanlar oluyormuş. Sahilden içeri doğru ilerlediğinizde sanki ege kıyılarında ufak bir sayfiye yerinde gibi hissedebilirsiniz. Şehir merkezinden 20 dk yürüyüş ile bu kadar sakin bir yere gelebilmek bence bir nimet.
Ve güzel nehrin ortasında adacık bir vaha gibi, burası da plajlarla süslü ve yeşil.
Kiev'de gece kulüplerinde masa almak önemliymiş. Her masa için belirlenen
depozito miktarını veriyor, bişiler yiyip içiyorsunuz; eğer fazlasını içtiyseniz ona
hesap geliyor dediler ve gece 12'den önce gitmeyin boş olur mekan
diye eklediler. Hepsinde 150-250 uah arasında değişen giriş ücreti var ve
kızlar için fiyat daha düşük. Biz de Sorry Babushka,
ya uğradık. Üst kat karaoke, alt kat striptiz barmış. Orta kısım ise disco. Masa
iter misiniz dediler, bileklik veriyorlar, kırmızı renk kimse rahatsız etmesin
rengiymiş.Ama vakit erken ve hafta içiydi, sanırım o nedenle boştu diyebilirim.
Oldukça gürültülü dısco müziği eşlik ediyor.Ben sevmedim, çok kalmadık.Bizim
için şehrin gece de caddelerinde olup, o güzel pub ve cafelerine takılmak gerçekten
daha güzeldi.
İşte favorilerim:
. 11. Kreşatik Parkı ile
Vladimir Tepesi’ni birbirine bağlayan yaya köprüsü