27 Haziran 2007

taş

sabır, zaman, mazi,
sesler, yüzler,
acılar, mutluluklar
taşların dilinde konuşuyor.
kim söyleyebilir,
o zamanlar olmadığımızı?
gökyüzleri dar geldi,
bacalara sığındık.
kuşlara dokundu yüreklerimiz
gecede ay ne ise...
taşım düşümde kal...
düşüm herşeyse...

21 Haziran 2007

hüzün...

Acıların sessiz, sözsüz kuşlarını bıraktın
Şarkılarımıza, günlerimize
Ağlamamızı istemezdin
İçimize akıttık yaşlarımızı
Çünkü bir bahar günü ağlanmazdı...
Bir nisan'ın şakası senindi
Olmasın bir nisan'lar...
Gidişin yakışmadı,
Bir yanım hep "Oya" şimdi...
01/04/2005


Gonca yüklü dallarına ayaz erken vurdu.Kolu-kanadı kırıldı sevenlerinin. Gölgeler düştü, kapılar kapandı, her yer karanlık.
Onu çok arıyoruz.Her yerde ağır yanık sızıları.Bir yerlere yıldırım düşürüyoruz. Hiç bir an tek başına değil.Her an birlikte, her şey onla ilgili.
Yokluğunun tel duvarına takılıp kanıyor yürekler.Çaresizlik, yalnızlık, bildik ayak sesleri.

İçgeçirmeden, bağırmadan, ağlamadan
ağladık
seslerde karanfiller açtı
aldın mı
ve kucaklayabıldığımızce sevgi
getirip koyduk toprağına
aldın mı

Çok şey vardı,yaşamın getireceği, dönmedin.Şimdi sesler ve görüntüler bulanik.
Hala içimizde o ateş.Bir yanımız kalabalık, bir yanımız hep yalnız kaldı.
Seni çok arıyoruz Abim...
Seni çok arıyoruz...
Seni çok...
Seni...
01/07/1997



giz...

Dışardaki taştan örtü
bir damlayla
periler diyarı...

ileti...

Yeni yıldı üstümüze yağan geceden...
Ihlara'nın huzuru, karların sesi, ırmağın ısrarı, özlemler...
Bu huzurdan, beyaz örtüden ama bir o kadar da güneşten yolluyorum, aldın mı?

01/01/2007

18 Haziran 2007

şarabın öyküsünden...

"Saat 12.00 den sonra
Bütün içkiler
Şaraptır"
Diyor, Cemal Süreyya...
"Üzüm kokusunu duymuyor musun, bağ bozumunu bekleme" diyordu, okuduğum bir fanzinde.Ama ne güzel bir gündü.
Üzümler, asmalar,bağlar çekti bizi bir Pazar sabahı.Üzümle başlayan bir kahvaltı, üzüm gibi bakan gözler ve bağbozumu...
Salkımlar ellerimizi doldururken, öğle geldi çattı.Eskılerden bir esintiydi.Çocukluk gibi...
Korkuluklarım nerde?Yaprak olduk, asma olduk, çiçeğe durduk, üzüme erdik, toplandık, şaraba döndük.
Dostlarla şarap bir başka güzeldi.Çınar yaprakları arasında, gökyüzü ve güneş parçaları dolandı durdu, sohbetin arasında.
Uçmak yürek işi, anı güzel, yaşamak deniz, gülüşler mavi....
10/09/2006

adsız...

öyle şiirsel ki
yüreğinin dili
adsız
insancıl
doğrucul
güçlü şeyler
ve hep
adsızlığa dair
yenişeyler bulunacak...

av...


Üşümüş kuş sesleri sarkacak mı çatıdan?
Uykularından incecik bir vapur geçecek.
Belki İzmir'in düşecek aklına?
Sonra bir av düşecek yüreğine ansızın.Yorgun bacakları, uzun boynuzlarıyla salınan; buydu beklediğin anımsa...
Kuşlara dokunacak yüreğin, öyle çarpacak.Bir gök, çokça yer buluşacak.
Ve bir yaşam, bir coşku, bir dinlence üfleyecek sana ; kendi yitip giderken...
Herşeye rağmen, çıkmasa da karşına- buna en çok ben sevinirim neden bilirsin-:Bir umut var ya, bu umut, bu sevgi, bu coşku var ya yüreğinde, tüm yaşadıklarına değecek anımsa...

15 Haziran 2007

Yeşilin eşsiz yazı...

Sonsuzluğun rengi, mavi olmalı, yaşamın tadı ise dostlarla içilen çay…

Ebruli bir rüzgara kapılıp, yollara düşmek…İçim sabırsız, düşümde yağmurlar, derken;
Karis Kalaki, Karsak, Kars, karlar, kar…
Aylardan Temmuz, kar yok ama; Ani var, büyülendiğim mimarı var. Kare kare taşlar, kara evler. Kara ama güzelliğiyle bir o kadar ak. Dışardan kale gibi, içerde peç’lerle sıcak, yüksek tavanlarla ulaşılmaz.
Taş taş üstüne, düş göç üstüne, el can üstüne…
Hani Ani derken, göz alabildiğine karşımda. Ayakta kalabilmiş kiliseleri, camisi, hamam, ev ve dükkanları, bezirhaneleriyle Ani... Arpaçay akarak, Ermenistan sınırını oluşturmuş. İpek Yolu Köprüsü, sadece iki yakada kalmış ayaklarıyla eski günlerini özlüyor gibi: Arpaçay’a mı dökülüyor gözyaşları, ondan mı böyle akıyor Arpaçay?
Kilisenin freskleriyle, ilahileri duydum sanki; serin ve huzurlu. Esen rüzgarda, adımlarım yeşilin arasında sürüklerken beni, gözlerimi kapadım. Rüzgarın her değişinde, bu bir zamanların kocaman şehrinde, eksik taşları tamamladım. Hani derken, işte Ani! Kimler yaşamış, kimler neleri düşlemiş? Ermenilerin tarihi dinamitleyen taş ocakları da olmasaydı! Bir gün hani Ani dediğimizde, yok denmese bari. Ben Ani’yle uyudum, ya siz?
Birazdan sabah olacak, hadi güne hazırlan düşüm…
Çıldır Gölü’ne uyanmak.. Çıldır, Akçakale Adası’yla donunca ne görkemlidir kimbilir? Kuşlar, kuşlar…
Sonsuzluğun rengi, mavi olmalı, yaşamın tadı ise dostlarla içilen çay…
Borçka Karagöl’ de tam bir “İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık” Yeşile ve maviye doymak, yemeğe acıkmak ve göl içi bir şölen…
Beden yeşile kesti, bizler çiçek açtık, yaşamak büyüdü, tatile yakıştı…Bazen iki damla yağmur, bazen çisil çisil. En güzel yeşil bizim gördüğümüz..
İşte Macahel köylerinden Camili..Karşı yaka Gürcistan. Yamaçların çiçekleri ahşap evler, yeşillerin içinde sıcacık, dumanları tütüyor. Bahçede yanan ateşten, akordeonun güzel sesinden, adımların uyumundan, odalara açıldık; şömineli baş odada uyuduk, köşk odayı ve karşısındakini çiftlere verdik. Ahşap kokan, ahşap yığma evler. Evleri çevreleyen balkondan yeşili duyuyorum, bir parça gökyüzü düşmüş, görüyorum.
İçimde yeşilde olmak isteyen bir çocuk…
Çok yorgunum, çok yeşilim, beni bekleme kaptan” diyecekken, vazgeçip, horonlar tepmek.Bir kelebek gibiydi Macahel, peşinde koştukça kaçtı, peşinden bizi farklı güzelliklere sürükledi. Hiç beklemediğim anda omzuma dokundu, uyandım…
Maral, Maral’ım diyerek düştük yollara. Yeşil mi yeşil, ağaç mı ağaç, çiçek mi çiçek mis kokular arasında, dostlar ve kuş cıvıltılarında, su sesleri. Yolumuzu bölen dereler kendisiyle yarışır gibi. Hiçbir şeyi düşünmemek bir Ladinin gölgesinde. Yürümek, yürümek; dost omuz başlarını yanında duyup, sohbetle, gülerek, yeşile dokunarak, dereleri içine çekerek yürümek.. Ve Maral’la karşılaşmak! O mu heyecanla çağlıyor, ben mi? Su olup akmak, balık olup yıkanmak…

“Ortak olmak her sevince, her derde, kedere; ve yürümek beraberce elele” diyerek Gorgit’ e tırmanmak, tırmanmak, tırmanmak.. Dönüp baktığında güzellikten başının dönmesi. ”Hişt hişt “ diyen bir sesin sizi Gorgit’e çağırması.Yağmur yüklü bir bulutum...
Bembeyazlar dağlara kavuşunca, bulut yağmur olup ağlıyor. Ağaçlar bulutların gözyaşlarını kucaklamak için; yaprak yaprak, yeşil yeşil olmalı?Kekik kokuyoruz, nefes nefese…

Anıt ağaçlar, ıslak yeşiller, tahta köprüler, cıvıltı dereler, su yolları, dağ gülleri, mor, pembe, sarı, beyaz çiçekler. Hemen önünde kollarını alabildiğine açıp, beyaz bir sise kendini atıverme isteği; sonsuzluğu yakalamak!
Elimi uzatsam Gürcistan, kanadımı açsam Camili. Yeşili, suyu, yaprağı, dalı, çiçeği, dost sohbetlerini içine çekip Gorgit’i yaşamak. Dönüş yolu, yol yok. Geçit vermiyor dağ, taş, ağaç, yaprak. Derken bir Kızılağaç bizim için mi eğilmiş yerlere? Dal verdi, el verdi, beden oldu. Heyecan, kalp çarpıntısı, ince bir çiğ, dost eller ve yol. Bir kez daha yaşamı kucaklamak.
Yorgun gülümsedim. O zaman yeşil saçıldı her yanıma, üstüme sisler düştü. Dokundum maviydi.
Çok merak ediyorum, kendimi yitirdim buralardaki güzellikte; hey arkadaşlar gördünüz mü? Rüzgarlara sordum, yağmurun sessizliğine, derelerin coşkusuna, ağaçların ululuğuna… Ve gökyüzünü çektim üzerime.
Gülüm, güneşim, yağmurum, ağacım, yaprağım, suyum, sohbetim derken Bulutlu Şelalesi, bir buluttan döküldü. Başımı kaldırdıkça büyüdü,büyüdü…
Mıhlama, laz böreği, kara lahana sarması, kaymak, tereyağ, bal, fasulye, mısır ekmeği, alabalık ve canımmm çay…
Ayder’de tulum sesi, kuzine. Yokuşta, çimlerde koşmak, bir bulutta durmak…
Bekleme dedim telefonlara, ben yeşili bulmaya geldim…
Sümela Manastırı bir düş müydü?Bir tanrıça gibi, metrelerce yüksekte Ziganalara yaslanmış. Bir Manastır bu kadar ulu, bu kadar ulaşılmaz, bu kadar gizemli olabilir. ”Stou mela” denirmiş, Panagia ikonundan dilekte bulunulduğunda. Stou Mela, olmuş Sümela. Kayalarda, kuş uçmaz, kervan geçmez, bir dağ manastırı bulutlarla yarışıyor.
Kars, Ardahan, Kafkasor Yaylası, Artvin, Borçka Karagöl, Hopa, Macahel, Maral Şelalesi, Gorgit-Efeler Tabiatı koruma alanı, Çamlıhemşin, Ayder Yaylası, Kaçkarlar, Kavron Yaylası, Ovit Dağları ve Buzul gölü, Manle Şelalesi, Rize, Anzer Vadisi, Zarha Dağı, Sürmene, Trabzon, Maçka, İkizdere Yaylası, Sümela Manastırı, Santa Harabeleri ve alabildiğine bir yağmur ve yol...
Daha mavi bir deniz ve dere, daha çok gökyüzü ve bulut, daha yeşil bir ağaç ve orman, daha coşkun bir şelaleydi ve daha çok bir sevdaydı, Doğu Karadeniz. Hani, o doyamadığımız…
Dostlar, şimdilerde biraz uzaklaştık sadece. Başka ne değişti ki, başka bir turda gönüller bir. Yeniden buluşmak üzere, sevgiyle..


Temmuz ,2006

Su için (de) : ALLIONAI **







SU İÇİN ( DE ) : ALLIONAI * * ...
İS 2.yüzyılda yaşamış Aristides, Kutsal Sözler adlı eserinde, Pergamon’a 23-25 km. uzaklıkta olan Allionai ‘da şifa bulduğunu anlatır. Anlatır ama, tarihin iz düştüğü Allionai nerededir?Nerede gizlenmektedir?
Bir serptik, bin verdi.Çiçek verdi, meyve verdi, aş verdi; kara toprak.Bugün de yüzyıllardır gizlediği Allionai’yi veriyor gün ışığına.Bir kenti yüzyıllardır özlediği insanlarla buluşturuyor.Bizler ne kadar kucak açabileceğiz ona?
Orada bir tarih yaşıyor.Bu nefes, esen rüzgarla yüzünüzde.Yarım tonozlu geçit öyle gizemli ki, kendimi bir zaman tünelinden geçmiş gibi hissediyorum.
Geniş ve uzun caddeyi, sütunlu bir başkası kesiyor; konutları, köprüsü, çeşmesi, dükkanlar, şaraphanesi, dinsel yapıları, forum alanı, içme ve atık su kanalları, kanalizasyonu, araba izleri, termal tesisleri, tedavi yapısı, hamamları, sıcak suyu ve doğası ile yaşamı bulmuş insanların izleri var.
Tam bu mekanlarda, o zamanın insanı gibi kendimi düşlerken, bizlere de gülümsemek için bu günü beklemiş Venüs ( Nymphe) ‘e düşüyor yolumuz.Şimdilerde, yeri Bergama Müzesin’de olan su perisi susuz... Hamam yapısı içindeki nişte yalnız başına 1800 yıldır sürdürdüğü uykusundan uyandı ve “Ben hala ayaktayım” dedi.Tüm görkemi, güzelliği ile ayakta bizleri izledi, kararımızı bekledi; ama boynu biraz bükük gibi. Nymphe ağlamıştı, ağlıyordu, ayaklarının altında birikmiş sular gözyaşları gibiydi... Şimdi yeni mekanında, gözyaşları tükenmiş gözleriyle yine boynu bükük bakıyor.Suların kucağındaki kaba dolup, boşaldığı günleri düşlüyor gibi...
“İğne ile kuyu kazılır mı?” denir ya hani.Evet, bir kent için kazılıyor.Kazı ekibinde her gün yeni bir umut, gün yüzüne her çıkanla yeni bir sevinç yaşanıyor. Her görüşümüzde biraz daha gün ışığında, biraz daha ayakta bir kent.
Oysa, neden hep ikilemler olur payımıza düşen?Bu kentin kaderi de sular içinde kalmak olmamalı:
SU İÇİN VAR OLAN ALLIONAI, SU İÇİNDE KALMAMALI
Temmuz 2000 ( Kuzey Ege ve Çağdaş Gazeteleri)

** Yapımı süren Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan İzmir/Bergama/Paşaköy mevkiindeki Bergama Müzesi’nce başlatılan kazılarda bugüne dek bilinmeyen “Alionai” antik yerleşmesi saptandı.Ve Allionai’nin Bergama’nın 2. sağlık yurdu olduğu sanılıyor.Bergama Asklepion’unda psikoterapi, Allionai’de ise hydroterapi yapılmış...

14 Haziran 2007

Gap güncem...

...

O'na "GÜNseninleAYDINlandı" diye mesaj yazmak
geçti içimden. Bıraktım, sadece içimden geçti yine.
Nasıl yazardım? Yine de o'ndan,bu içimi ısıtan duygudan;
içimde yaşattığım özlemden,
özlemin biçimlendirdiği düşlerden memnundum...

Kendimden, kentimden yola çıkıp; başka insanlara,
kentlere ulaşmak.Yada tam tersine...Otobüsün kımıltısı ,
kulağımda bir müzik, düşlerin kapadığı gözlerim
ve uyandığımda Urfa’daydım.

Hani alevlendikçe ateş, kımıldar ya odunlar,
öyle kıpır kıpır balıklar, dışardaki insanlar kadar.
Odunlar ve ateş kıyamamış ya Hz. İbrahim’e:
O günden bu yana balık ve su olmuşlar Urfa’da.
Bizler de, iyilikte su gibi sonsuz akalım,
öfkede kıvılcım gibi çabuk sönelim,
sevgide balık olalım kıpır kıpır hiç dinlenmeden.
Bu peygamberler diyarına inat.
Ve Antep: Saz oldu söylenceler, söz oldu beğenimiz,
düş oldu Zeugma...Diye sızlanırken Harran Ovası
açıldı gözlerime.Harran uçsuz bucaksuz bir yeşil deniz;
gökyüzünü kucaklayan.Çocuklar boy vermiş ekinlerden
önce Harran’da.Ve yine onlar yetişiyor otobüsümüze
havalanan kuşlardan önce.

Çiçek çiçek çocuklar:Rengarenk gözlerinde uzaklarda
bir düşü büyütüyorlar.Elime uzanmak istiyor,
Sorularıma sıcaklık arıyorlar.Yarışıyorlar birbirleriyle,
bizleri paylaşmak için.Başka bir dünyadan gelmişiz gibi.
Başka bir dünyadan mı geldik yoksa?
Harran’da ekinlerden önce boy veriyor çocuklar.
Bu kadar çok olmamalılar oysa.Elleri büyümüş önce
Kızların, anne olmuş.Gözleri yeşil mi yeşil Harran’a inat;
mavi mi mavi gökyüzüyle birleşmiş.

Ayakları çıplak kırmızı toprakta.Ben üşürken onları
öyle görünce, sordum üşümüyorlar mı diye, o da bana sordu,
neden üşüdüğümü! Dünyanın bütün çocukları buluşup
yüzünde güldüler bir an; kayıtsız, kaygısız.
Karar verdim o an: “Büyüyünce çocuk olucam ben de!”
Üşümüyor Harran’da çocuklar, bir an yorulmuyor
otobüslere koşmaktan, bıkmıyor anlatmaktan küçük
Rehberler.Ellerimi çiçek dolduruyorlar,
ne güzel dedim diye birine.

Diliyorum sevgi tohumu atsınlar,
bu çocuklar bu topraklara....
Yine gece ve düşümdesin..
hangi rüzgara binip gittin şehrimden
gözlerimi görmüyor musun
sözcüklerimi bekleme derken
sınıyor musun deneme gücümü...

Bir gün daha ve Mardin:
Gece gerdanlık, gündüz mezarlık dediler Mardin’e.
İlki doğru ya ikinci yargı?Taş sanat olmuş dün,
bugünse tarih.Motifse motif, çiçekse çiçek, hiç yıpranmadan.
Mekan olmuş dünde ve bugünde insanı kucaklayan.
Taşlarca bir şehir, bir güzellik, bir anıt.
Kilise ise kilise, cami ise cami.Biz de taşa ve gümüşe
mi işlesek hoşgörümüzü, Süryani ustalar gibi?
Yağmur çiseliyor...Suya dönüyor gökler, içim, gözlerim...

Hasankeyf, keyif ile Dicle’yi seyrediyor.Mağara evleriyle
labirent gibi.Neler yaşanmış bugüne kadar?
Tatvan’da karlar örttü tüm düşüncelerimi bembeyaz.
Sonra bir mavilik açıldı düşlerime ve gözlerime yayıldı:
Van Gölü.Almadı gözlerim hepsini.Akdamar Adası’na
tekne keyfi ile geçerken, aynı günde güneş, yağmur, kar
diye düşündüm.Doğayla yarışmak olanaksız.Akdamar’da:
Adem ve Havva, karlı Süphan’ı gözlüyorlar,
kilisenin kabartmalarından.Bir tansık gerçekleşseydi de,
bizi o günlere götürse yada Adem ile Havva’yı
bugünlere getirseydi!
Yine bir deniz çağırıyor beni sana gelmeye...
Söze dökmeliyim yüreğimin çarpıntısını,
kül rengi bir kedere batmamak için...
Ve Nemrut’a hazırlamalıyım kendimi...
Bu gece düşümden Nemrut uyandırdı beni.
Uyuyan kimdi zaten sazın, sözün güzelliğinden?
Ayaklar yorgun, yürekler çarpıntılı tırmanırken zirveye,
tümülüsün taşları oya oya dökülmüşler patikaya.
Burada güneş olanca güzelliğiyle tarihe doğdu.
Çevrede yürüdükçe karın hışırtısı, gözleri alan beyazlığı.
Heylkeller bizden ulu.Hangi bilim, hangi teknik ile kesmişler
dağı, bu heykelleri nasıl işlemişler, bu tümülüsü nasıl yığmışlar?
Yine aynı duygu: Bu insanlara kim yardım etti o yıllarda?
Kalbim Nemrut’ta kaldı!!

Fırat’a ve Dicle’ye karışmış tüm sırlar,
öyküler delice akıyor.Ben de düşüncelerimi bıraktım bu karşı
konulmaz akışa. Kendimden, kentimden yola çıkıp;
başka insanlara, kentlere ulaşmak; yada tam tersi...
Memleketimi; önce görerek,
sonra düşümde ve güncemde yazararak...
“Bu memleket bizim!”Çoğalalım, zenginleşelim,
öfkelenelim, sarsılalım, aydınlanalım gördüklerimizle.
Bu memleket bizim!
Nisan 2003

alfabe..




...

beş harfli alfabedir sevgi,
keşke yirmidokuz harfli olsaydı...
(ahmet çuhacı )