07 Aralık 2012

Girit anı...

 

.

gece yazıldığında zamana

küçük bir bekleyiş, nerede

lyra ve halaylar

önce biraz uzak

tsikoudia

susuz, yalnız

zaman yarılandığında geceye.




...


renklerin dolsun, kalemlerinden çok

yüzünde gül izi

sıkıca giyin yaşamı

hep yaptığınca

ki maviyi, yeşili bulmaya

gözün kadar

aşkı da yeniden yaz, gerçeği de

yakışır hak sözler

yaşam şimdi emi...

27 Kasım 2012

EFSANE, GİRİT, CRETE...

       
                        Rhea'nın Zeus'u doğurduğu Girit'e gidiyorum.Ruhuna değmeye, ölümü ve ölümsüzlüğü duyumsamaya, Psiloritis Dağı'nı görmeye...Bir varsayıma göre de Atlantis'e gidiyorum.
                 Baş tanrı Zeus ve Europe'nin oğlu, efsanevi Girit Kralı Minos; Tera patlaması olarak bilinen ve Santorini Adasındaki volkan püskürtüleri ve sarsıntının Girit' e ulaşması ya başka kavimlerce bir akın yada büyük yangınla ihtişamlı Minos uygarlığını yok eden talihsizliğe dek, "ilkel çağların, en doğru ve hak sever kralı" olarak anıldı.
                Minos, Girit tahtına çıkmak isteyince, kardeşlerini elemek için, "tanrılar benden yana" demiş ve Poseidon'dan denizden beyaz bir boğa çıkarmasını istemiş, ona adayacakmış.Dilediği gibi denizden gelen ak boğa ile tahta geçmiş.Ama adak yapmayı unutunca, Poseidon boğayı Minos'un başına dert etmiş.Bir söylentiye göre, boğa kudurmuş ve Herakles onu öldürmüş.Başka bir anlatıda, karısı Pasiphae boğaya aşık olmuş ve ondan insan bedenli, boğa başlı yaratık Minotavros'u doğurmuş.Minos bu canavarı saklamak için, sonraları Platon'un "canlı heykeller yaptı" diyeceği, mimar Daidalos'a Labyrinthos'u yaptırmış ve Minotauros
u öldürmüş.Bu arada uçan ilk insanlar Daidalos ve oğlu, onlar da bu labirentte kalmış.Yaptıkları balmumu kanatlar ile Daidalos kurtulmuş, oğlu sözünü dinlemeyip, yükselince güneşten kanatları erimiş.
               Olmazsa olmaz mitler sonrası, Heraklion ( Kandiye) 'deyim. Başkent, kıyıda görkemli Venedik kalesi ve surlar, liman, kule, balıkçı tekneleri ile salınıyor karşımızda.Şehir merkezi ise denize arkasını dönmüş gibi. Meydanda Arslanlı Çeşme (Morosini Çeşmesi), kaç kez geçtikse kalabalık.Çarşı çıkışında şimdilerde kahve olarak kullanılan, camisiz kalmış şadırvan, Valide Sultan Camii'nin.Osmanlı Bon Marche Binası, kışlaları, Evkaf Binası ve Ayos Minas Kilisesini geziyoruz. Ayos Minas ,Heraklıon'un koruyucu azizi olunca kilise de en büyüğü.
Heraklıon Arkeoloji Müzesi, 4 katı ve 20 odası, farklı dönemlere ait zengin koleksiyonuyla Minos Uygarlığını gözler önüne seriyor, katları tadilatta olsa da.Yılanlı tanrıçalar, minyatür heykeller, boğa başı, altın takılar, çömlek ve seramikler, demir gereçler, freskler ve Phaistos (festos) diski.Festos diski çok ilginç, 45 benzersiz işaret ve 241 belirteç ile helezonik ve merkeze doğru sıralanmış, iki yüzlü, yazı dili ise hala araştırılıyor.Üstelik Çindeki baskı tekniğinden yaklaşık 2500 yıl önce kile baskıyla yapılmış.
Tarih Müzesi ise savaş dökümanları, tarihsel süreç ve Kazanciyakis'e ayrılan bölümü ile çekici.Yunan edebiyatçısı ünlü :Zorba, Günaha Son Çağrı, Bir İlyada Tecümesi, Çileci, Yılan ve Zambak'ın yazarı, Nicos Kazanciyakis' i ziyaret ediyoruz."Hiç birşey ummuyorum/hiç birşeyden korkmuyorum/özgürüm" yazıyor kendi satırlarıyla başucunda.
            Ve MÖ 3000 lerden, 1200 lerde Dorların istilasına dek, antik başkent Knossos.Efsane ile tarih iç içe.
Knossos Sarayına eskiden labirent denirmiş.Bu görkemli saray bir kez yıkılmış ise de küllerinden yeniden doğmuş.Yönetim işlerinin görüldüğü, iç ve dış merdivenlerle ulaşılabilinen çok katlı yapı.Koridorlar, katlar, kuyular, ışık bacaları, büyük kolonlar,üst bölümü altlarından geniş kırmızı taş veya ağaç sütunlar, depo ve kilerler, geniş avlular.Saray aydınlık ve havadarmış, özgürlük duygusu verirmiş büyüklüğü.Gezerken duyumsamadım diyemem: Sıra halindeki odalar, orta avluya açılıyor, büyük kandillerden saçılan ışık iç daire odalarını aydınlatıyor, sıvalı iç duvarlar ayrıntılı ve renkli nefis fresklerle bezeli, çömlek bezemeleri, seramikleri eşsiz.Böyle tamamladım; sergilenenleri Arkeoloji Müzesinden yerine-yurduna alarak düşümde.
            Knossos, diğer Ege adalarına hükmetmeye başlamış ve gücünü Yunanistan'a , anakaraya kadar genişletmiş. Mısır'a dek hediyeler göndermiş. Kalay ticareti yapmış, Kıbrıs'tan bakır alıp, kalay-bakır karışımı tunç elde etmiş.Ve Anadolu, Mezopotamya, İspanya kıyılarına dek ticaret yapmış.
          Bir çok sembolü var; tanrısal güçleri simgeleyen.Boynuz çifti ve Zeus'un simgesi çift başlı balta, labris yaygın.Ağaç ve hayvan kültleri var, özellikle boğa.Kadın din görevlilerinin varlığı, fresklerde kadın-erkek aynı işleri yaparken betimlenmeleri, eşit haklara sahip olduklarını işaret ediyor.Fresklerdeki kızıl-kahve tonları erkekleri, beyaz kadınları simgeliyor.
İlyada Destanında "Knossos'da delikanlılar ve kızların ellerini birbirlerinin bileklerine dayayarak oynamasından söz eder.İnce keten elbiseler ve başlarında çelenkler, erkekler iyi dokunmuş gömlekler giymiş, gümüş kayışlara, altın bıçaklar takmıştı.Çömlekçi çarkı gibi öyle koşuyorlardı" der.
          Giritliler tanrıçalara tapardı.Ana tanrıça tasviri yılanlı tanrıçalardı.Yılan, kişileştirmeydi, sembolizmdi, korumaydı yada yeraltı dünyasına hükmetmeydi. Ölüler eşyaları ile , hatta lamba ile gömülmüş, Girit halkı ölümden sonra  hayatın varlığına inanıyordu. Aynı zamanda ölüler ülkesinin üç yargıcından biriydi, Kral Minos.
Kurban ayinleri de önemli bir yer tutmaktaydı. Boğa , keçi ve domuz sık kurban edilen hayvanlar arasındaydılar. Kurban töreni sırasında aynı zamanda meyve ve başka yiyecekler de sunuluyordu.Kutsal ağaçlar ve kaynaklar çevresinde kült merkezleri ve ana tanrıçalar hayat ağacıyla yanyana. 
          Dibe vuran hayaller gibi Knossos... Katları ve temelleri, merdivenleri, saklama ve sunak kaplarının büyüklüğü ile düşüme çakılıyor.Keşke diyorum: Depreme karşı tahta iskeletin ve kireç taşın olmasaydı...Keşke yanmasaydın, yıkılmasaydın...
          Mısır kaynaklarında Keftiu, Sami dillerinde Kaftar, Suriye Mari Kenti yazıtlarında Kaptar olarak anılan yerin Girit olduğu varsayılıyor ve Homeros Odysea Destanında "Gerçek Giritliler" diye söz ediyor.Ne güzeldir köklere dayanmak.
          Bodur fundalıklar, çam, meşe, kestane, zeytin ağaçları geçiyoruz yollarda.Herşey çok tanıdık.Girit'e ilk yerleşenler Anadolu'dan gelmişler.
          Resmo adanın üçüncü büyük şehri.Akdeniz Araştırmaları Enstitüsüyle, bütün adanın ve Yunanistan'ın önemli Türkçe ve Osmanlıca kütüphanesine sahip.Venedik, Yunan ve Osmanlı evleri göz kamaştıran cepheleriyle yanyana.Gazi Hüseyin Paşa Camii, Venedik döneminde kilise ve manastır olarak inşa edilmiş, günümüzde konservatuvar.Minare restorasyonu sürüyor.Kara Mustafa Paşa Camii, Resmo'yu osmanlıya kazandıran kişi adına.Osmanlı çeşmeleri, kitabeleri bitki motifli.
          Taş kaplı sıkışık sokaklarında, mavi kapılı-kepenkli evlerde, kapı önü asmalarında, pembe salkımlarda, merdiven kenarı saksılarında, bir bahçenin açılmışlığında, koşarak indiğim basamaklarda çocukluğumdu bulduğum. Üzerine, denize karşı, sakız likörü ve kahveyle biraz dinlenceye ne dersiniz?
           El Greco; ressam, heykeltraş, mimar doğduğu Fodele  Köyü'nde onu andık.Dışavurumculuğun ve kübizmin öncüsü olarak kabul edilen, El Greco , genel resim akımlarından bağımsız, özgün bir sanatçı olarak yorumlansa da, resimlerindeki uzun figürler ve tuhaf renk seçimi, batı resmiyle Bizans resminin bir bileşimi olarak kabul edilmiş.Bunda Girit'in, medeniyetler kavşağı oluşunun da payı büyük olsa gerek."Ağlamayın/bağırmayın/acı hafiflemesin" diyor, köyde daha çok iz bekliyordum O' na ait ama sözünü dinliyor, sesli sormuyorum, garip bir sessizlik ve acı  var bu köyde...
          Archanes Köyü'nde, tatlı esintili çınar ağaçları altından yer yer yüzümüzü yıkayan güneşle, öyle bir yemekteydik ki, tahta masa sandalye, nefis sunumlar, üstüne tsikoduia tattık.Küçük kadehler ve yanında küçük sürahisiyle sunuldu.En güzel yemeklerden, en güzel sohbetlerdendi...
Yemek sonrası, kulaklarımı çınlatıyor: "Ne makine şu insan be/ içine şarap, balık, turp koyuyorsun/ iç çekmeleri, gülüşler ve düşler çıkıyor" deyişiyle Zorba'dan Kazanciyakis; işte bundan gülümseyişim...
         Spınalonga Adası savunma açmaçlı bir kale, cüzzamlı kolonilere korunak olmuş, hayalet bir şehir.1903 te onları uzaklaştırarak,yaşamlarını burada sonlandırmak isteyenlere inat, yaşam sürer ve dayanabilenlere 1957 de yardım ulaşır.Oysa; gözleri, gözyaşları, duyguları yerli yerindeydi ne acı.Şimdi o kadar sessiz ki; boş taş evler, sokaklar, bir terkedilmişlik dehşetini anlatıyor hala.Hasta yüzlerce vücuttaki ağrı, sızlama ve çığlıkları saklıyor hala kuytularında.
Dante Kapısı, görünce sarsıyor insanı, hem, İlahi Komedya'nın cennet-cehennem-araf'ını anlatmasından,  hem de Kral Minos'un ölüler ülkesinin üçüncü yargıcı oluşundan mıdır?
           Hanya'nın yeri başka.Liman şehri Hanya, bıçakçı dükkanlarından(maheradika) çekiç sesi geliyor.Küçük Hasan Paşa Camii faytonların hemen yanında iki kubbesiyle değişik bir yapı.Etrafı kafe ve restorantlarla çevrili.Üç Osmanlı hamamı var.Biri butik, diğeri restorant, modernize edilense El Hammam, otantik Türk hamamı olarak kullanılıyor.Hünkar Camii bugün bir kilise hemen yanında Osmanlı Sebili ve sıra sıra kemerler, bahçesinin açıldığı meydanda ise dev çınarlar ve kafeler var, adı Türk Meydanı, yada 1821 meydanı.Dar sokaklarında göç eden Türklere ait evler var.Rengarenk, iç içe, sıcak.
Venediklilere ait öyle çok iz var ki, limandaki Venedik deniz feneri, Mısırlı Mehmet Ali Paşa tarafından yenıden inşa edilmiş."Görürsün Hanya'yı Konya'yı" deyimine ,  Hanya,  Osmanlının başkenti İstanbul'a uzaklığından konu olmuş.Agios Nıkolas Kilisesini görüyoruz,  El Hayyım Sınagogu ise güzel sokak lar arasında.
         Yaban çiçekleri süslüyor fundalıkları, sebze, meyve, tahıl bahçeleri, asmalar şehirlere yaklaştığımızı söylüyor.Keçi başta, hayvancılık da yapılıyor, bal üretimi var.
         Nereye gidersem gideyim, ay arar gözlerim geceleri, Hanya'da da çok güzel göründü gözüme Selene'm.
        "Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun" dense de,  sabahları peksimet üstü, taze domates rendesi, festa, kekik, adanın yemyeşil zeytin yağının mucizesiyle "dako" hazır. Arapsaçı(maghrata), radika, şevket-i bostan(askalivri), acı sarmaşık(avronyez), ebegümeci, semizotu-kabak-biraz pirinçle yapılan;çiporta, bamya dolması, balıklı bamya, nohutlu işkembe,  et-arpacık soğan-portakal kabuğu-tarçın-defne yaprağı ile yapılan; stifado , alışık olduğunuz tatlardan çok uzak değil.
Kaiçunya; myzithr(anız sütü) peynirli tatlı, mustalevriya ise şıra ve nişastalı bir tatlı.
Balık ve  salyangozu da unutmamalıyım.
Balı sıkılarak alınan incirlerin, kapalı kazanlarda bekletilerek fermente edilip, damıtılmasıyla, bir rakı da Girit'ten:Tsikoudia. Yemek sonrası ikram, tsikoudia (çikudya) ile son buluyor, konuk severliklerinde.Biliyor musunuz, İzmirimizin Kahramanlar semtinin eski adından alıyormuş adını? 
Postmodern yaşantılardan payını alan Girit'te de çoğunluğun ot toplayacak, yıkayacak, pişirecek zamanı yok; bundandır döner (gyro), et şiş (souvlaki) de yerini almış.
         Oğlak ve tavşan yahnisi menüsüyle, bir akşam da farklı Girit güzelliği yaşandı.Kemençenin kardeşi yedi telli lyra ile Girit müzikleri ve halayları:Tarih koktu, yaşam enerjisini, döngüsünü, dayanışmayı, ritmi ve eski bir öyküyü anlattı.
         Dürüst, cana yakın insanlar; Zeus'un sarayında yaşıyor gibiler adada, sizi de konuk ediyorlar.Öyle çok öykü var ki dokunamadığımız...
         Bir Girit beyiti der ki:   "Nereye gidersem Psiloritis toprağı taşıyorum ve bütün dünya Girit olsun diye, etrafa saçıyorum"   (Psiloritis, Girit in en yüksek noktası ve Zeus' un doğduğu İda Dağı ), bu söz tüm adanın güzelliğini özetleyiveriyor değil mi?

06 Kasım 2012

Athena ışıklarını Akropol' den yaydı, adını andırdı.Atina kuruldu...

                  

                    Athena ışıklarını Akropol' den yaydı, adını andırdı.Atina kuruldu...
                Tanrıça Athena, Zeus'un kızı, dünyayı birbirine katan, aigis kalkanlı, gök gözlü.Poseidon ile yarıştın bu şehir için.Akropol' ün üstünde tuzlu bir göl ondan, zeytin ağacını yaratmak sendendi.Tanrılar zeytini onayladı.Adını andırdın, Atina senin.
               Tepede asılı durur Akropol, bir yalnızlıkla izler şehri, kuşbakışı.Yüreğim ellere düşmesin tut.
Syntagma ve Omonia Meydanlarına vuruyor gölgen.Meçhul asker ayak seslerini dinliyor arkadaşlarının.
               Demokrasi, Sokrates'in esintisi, Tanrıça Athena'nın sevgilisi Atina...
               

19 Ekim 2012

Sakız ağacı



Zeus bulutlar arası engin gökten
Poseıdon köpüklü denizden baktı bize
Ben Odyseus
İşte deniz kokusu
Bulacak mıyım seni, Penelopeia?
Ya sen sakız ağacım
Boreas, yoksa Notos ile mi geldin?
Nakışlardan sızan gözyaşların dökülür toprağa...



*Boreas: Poyraz, Notos: Lodos, şafak tanrıçası Eos ve Astraios'un çocukları                 Tadında, adında, ayırdında, Sakız, Chios...

KALİMERA SAKIZ

              Zeus bulutlar arası engin gökten
             Poseidon köpüklü denizden baktı bize
             Ben Odyseus,
             İşte deniz kokusu
             Bulacak mıyım seni Penelopeia?
             Ya sen, sakız ağacım
             Boreas (Poyraz), yoksa Notos(Lodos) ile mi geldin?

                         Çeşme'den keyifli bir deniz yolculuğu ile geçiliyor Sakız'a,6km ve 40 dakikalık feribot sefası; deniz dalgalı, köpüklü, içim içime sığmıyor, derindeyim yine.Liman kucaklar gibi heyecanımı derken, yel değirmenleri görünüyor.
                        Ege Denizindeki en büyük 5.Yunan adası.Mastichohoria denen güney bölgesi; dünyanın en iyi sakızının üretildiği, işlendiği bölge ve  Türkçedeki adı buradan geliyor.Yunanca Chios adını ise, Girit Adasının efsanevi kralı ve Sakız Adasının kurucusu, Oinopionos'un kızı Chioni'den alır.Fenike kökenli olarak 'sakız veya yılan' anlamında olduğu söylenir.
                       Pistacia lentiscus, sakız ağacı, dikilişinden 5 yıl sonra ürün veriyor. Kireçli toprağı seviyor ve özel beyaz killi toprak atılıyor altına.Budaması ve bakımı özel.Sakız içinse, dönemi gelince beden ve dallar nakışlanma işlemine tutularak, gözyaşı çentikleri açılıyor ve reçine akmaya başlıyor.Damla sakızı, mastik, emekli bir işlemle, eşsiz bir ürün.
                           Damla sakızı, likörü ve reçelini, suma incir rakısı, ouzo, şarap alabilir; simidini, amigdalota ve masurakia tatlılarını, ortak otlarımızdan mezelerini tatmalısınız.    
                                  Ada MÖ6000 yılı, neolitik çağa tarihlenir.İyonyalılar döneminde antik Yunanistan'ın en ünlü, önemli şehri ve ticaret merkezi olur.



                                MÖ 8.yy da bu adada dünya ve tüm zamanların şairi İlyada ve Odyssea 'nın yazarı Homeros doğmuş.
Tam bunu işittiğim anda, Poseidon rüzgarını bıraktı, gecikeyim diye Odyseus gibi.
                               Arkeoloji müzesi, Porta Maggiore kapısından kale, 14.-15.yy dan Justiniani evi, Türk mezarlığı, 19.yydan Mecidiye Camii bugün Bizans müzesi,Kaptan-ı  derya melek mehmet paşa'nın yaptırdığı mermer meydan çeşmesi, argenti müzesinde 2000yıl öncesinin kostüm ve halk sanatı koleksiyonu ve koral kütüphanesi, Justınıanı Sarayı, ortaçağın uzun donemınde adayı elınde bulunduran Genoan ailesının evi, Koreas Kütüphanesi
                                 Sahil, cafe ve tavernalarla cıvıl cıvıl.
                                  Günümüzde ekonomisini    damla sakızı ve ihracatı olan turuçgil ve turizmden sağlıyor.
Akdeniz iklimi olunca, bitki örtüsü;
                                  Bir nefeste, Pyrgi ve Mesta köylerinden söz açacağım.Güzel evli, eski dokulu o sokaktan meydana açılınca gördüm, evlerin yüzlerini.Neydi o emeğin, güzelliğin gücü?Gri-beyaz geometrik desenler uçuşuyor evlerde, hangisine konsa gözünüz bilemezsiniz.bir sanat alır götürür sizi sonsuza, bir ele, iki göze ve söz yetmez dile.Xysta denıyor bu el işi sıvayı kazıma tekniğine, gri volkanik kum, beyaz kireç.Bu süsleme Pyrgi yi eşsiz kılıyor.Abbaralı evler birbirine sarılmış, dar sokaklar, süslü bezeli evler, salkım salkım kurutulmaya asılmış kırmızı domatesler ne çok yaraşıyor aradan sızan güneş-gölge oyununa. Meydanda kulesi erişilmez St.                , beyaz kilise, mavi taş kahve, kırk yıllık hatır.Aklımda bir büyülenmişlik, elimde tarih, gözümde desenler.Taş, tarih, sanat, gelenek.Kapı önlerinde yaşanmışlık:Dedem, ninem bir bastona dayanmış, sandalyede sohbette: -Kalimera (merhaba), her merakta: Ti kanete? (nasılsınız) Ya sen, adını duymayalı, yüzünü görmeyeli, komşum?
10 km ileride MESTA, Bizans döneminden 14.yy dan bakıyor.Bir sırttan duvar, labirent gibi,               ve giz, savunma amaçlı kale gibi sarıyor.Taxıarchis kilisesi, sardunyalar, begonviller, duvarlardan uzanan çan kulesiyle.Taş, dehlizli evler
"Sagapo" kadar güzel ezgi dudaklarımda.
Meydanda örgü, dantel sohbeti dokunuyor.Ninem de sizin gibi tutardı tığı, şişi.Siz komşularından ona, ondan bana kaldı yadigar, gözüm gibi bakıyorum, bu anıya.
Meydanlarıysa hep sevdim.Nefes mi alıyorum, bir dinlence?Sohbeti, sıcaklığı mı buluyorum?Tarihi mi dinliyorum?Çiçekler, ağaçlar, evlerin gözleri bakıyor.Bir taşa çöküp, içime çekiyorum, olanca güzelliği.Bir frappe ye mi varsınız, fala mı?Ben ısmarlıyorum.






Adalıların dediğince, "eski bir dosta yatıya gider gibi" dönerken anlayacaksınız bu sözü....



MİDİLLİ Müzik
Mavi sahil yada
Küçük meydan
Şarap
O kent
Hayallerimi anlatacağım
Ve sen hiç duymayacaksın, biliyorum.



Şafak tanrıça Astraios sana doğurmuş, Boreas' ı ve Notos'u. İzmirim gibi esiyorsundur çokça. Poseidon'a benzetirim seni.Yiğitliğine yiğit, yalnız, başına buyruk, köpüklü deniz düşmüş sana, bilirim.Ege denizimsin


Bu denizde misin?Gözlerin koyu mu, gülümser mi? Anlatacak mısın?Yalnız tadında değilim.

Herkes ayırdında.Bir yanım aydınlık yaşamdan umutlu olursam, anımsar mısın?

En çok yolları sevdim.Neden bilirim.

Ouzo, ağır bir tempoda içilir, deniz kokusu ve iyi bir arkadaş.Sarhoşluğuna neşe, dans gerektirir.Yavaşça damağını yakarken tadına var, bitkilerin kokularını duy, küçük tabağına mezeler yavaştan gelirken demiştin...

Mavi tahta iskemleye dayalıyım, gözlerim çok şeye gidip geliyor,
kendime , bilmiyorum?Sorular görmemi engelliyor yine.
Gece sohbeti tamamladığımda bir dumanla, ayaklarım gitmek istemedi, gözüm önüme düşse de.Neydi bu çekimin adı?Harfler, harfler...

Az önceki tavernada sirtakinin dumanı tütüyor bir rebetiko' da. Gece lambası istemiyorum bu gece, düşlerimi görmemek için.(Anılar, anılar...)

Antik sokaklarda barlar, bir meydana açıldığında, hiç içmeden sarhoşluk sarar bedeni.Yürüyemezsin anlattıklarından (anılarından) sokakların.Çarpar düşersin, dikkat et.

Martılar küçük buralarda, hadi gidelim.



Kalimera…


            Kapının önünde örgü, dantel sohbeti dokunuyor.Xysta kadar güzel.Ninem de sizin gibi tutardı, tığı- şişi.Siz komşularından ona, ondan bana kaldı yadigar.Gözüm gibi bakıyorum  bu anıya, unutulmasın...
 Pyrgı 03.09.12
                            Taş, mavi ahşap, "Sagapo" kadar güzel ezgi, dudaklarımda.Gözlerim ne arıyor, çarpıntılı...


                     Meydanları hep sevdim.Nefes mi alıyorum, bir dinlence?Sohbeti, sıcaklığı mı buluyorum?Tarihi mi dinliyorum?Çiçekler, ağaçlar, evlerin gözleri bakıyor.Bir taşa çöküp, içime çekiyorum, olanca güzelliği.Bir frappe'ye mi varsınız, fala mı; ben ısmarlıyorum..

...             Kapı önlerinde yaşanmışlık.Dedem, ninem bir bastona dayanmış, sandalyeye yaslanmış sohbette:
-Kalimera (merhaba)
Her merakta:
-Ti kanete? (nasılsınız)
Ya sen, adını duymayalı, yüzünü görmeyeli, komşum?
Gece bir sirtakide, ayak atışında akrabalığını bulduğum...

06 Ekim 2012

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ…




              Bir keyif dumanında, sabahı çağırırken, öyle bir düş görürüm ki , kalkar sevda bana bakar, yeni uyanan gözleriyle...

Sahili deniz, denizi kanal, kanalı gondol, gondolu keyif, keyfi tarih tüneli, Venedik'e düşen yolum.Özlemim, tekrar gelmek istediğim.Denize takılıp, tarihe karışıyorum, kalabalık arası o, göz kırparken bana.

Sulara yaslanan kent.Aşkın kadın hali.Meydan ve su özlemini gidereceğiniz, yollarınızı kanallara çıkaran, yama kent Venedik.

             Adriyatik Denizinin kuzey kıyılarında, 118 adacık üzerinde, bundandır yama dedim, 170 kanalı, birbirine bağlayan 400 köprüsü ile unutulmaz.

Venedik bir komün.Veneto bölgesinin ve kendi adını taşıyan Venezia ilinin başkenti.Tarihsel Venedik'i taşıyan ada bölümüne ulaşmak için, ana karadaki Mestre’den dört kilometrelik kara-demiryolu köprüsü (Ponte Della Liberta ,Özgürlük Köprüsü) veya deniz ulaşımı yapan vapparetto’ ları kullanabilirsiniz.

Venedik seçimle gelen Venedik Dükü tarafından idare ediliyor.Venedik bayrağında, kırmızı üzerine sarı işli arslanı taşıyor, azizleri San Marco’nun simgesi, kanatlı arslanı.

Özellikle ortaçağ sonrası baharat, kumaş, değerli taş ticareti ve yağmaladıkları mallarla Avrupa’nın en önemli ticaret başkentlerinden biri olmuş.Türkler ve Araplardan öğrendikleri sayı sistemi ile ticaret aritmetiğini en üst düzeye çıkarmışlar, tüm Avrupalı tacirlerse öğrenebilmek için Venedik’te açılan birçok okula giderek eğitim almış.

Bir dönem, Venedik’in ipek ve kürk yolu tekelini elde etmesinin nedeni neymiş biliyor musunuz? Haçlı Seferleri’ne verdiği maddi destek:Tam dokuz kez tekrarlanan.

             Beşinci yüzyılda kurulmuş olan Venedik Roma’ya ve Floransa’ya kıyasla hayli genç bir kent. Venedik’i Venedik yapan faktörlerden biri yine Osmanlı olmuş. 1453’te İstanbul’u Osmanlı kuşatmasından kurtarmak için gemi ve asker gönderen ender ülkelerden biri Venedik. Ancak, Venedik askerleri pek bir yarar gösteremeyip, geri gelmişler.Bir farkla ki, Venedik’e geri gelirken Osmanlı’dan kaçan Bizans sanat ve kültür adamlarını da yanlarında getirmişler. İşte, doğu ve batı kültürlerinin İstanbul’un fethi sonucunda bir araya gelip, muhteşem eserler verdiği iki İtalyan kentinden biri Floransa ise diğeri de Venedik. Yine bu yüzden, Bizans sanatı ile gotik iç içe geçmiş bu güzelim kentte.Gotik mimari isimlendirmesi, sonraları Rönesans hümanistlerinin, çirkin buldukları bu mimariye barbar Gotların adından esinlenmesiyle verilmiş. Yani, nefret ettikleri bir mimari tarzına, nefret ettikleri barbar bir halkın adını koymuş rönesanslılar.

           Bir günde yüzellibin turist ile rekor kıran Venedik'te İnsanları aralayıp, fotoğraf çekebilene; bazı yerlerde sürüklenmeden gezebilene aşkolsun.Bu yaşayan tarihe, herşey deniz yolu ile taşınıyor; Avrupa'nın motorlu kara taşıtlarına izin vermediği tek büyük kente.Nüfusu bugün yetmişikibin'lere düşmüş.Evlerde hala yaşayanlarsa, aile içinde kuşağı sürdürenler, yani kont, dük ve soyluların torunları.

          Grand Kanal ters dönmüş bir “S” şeklinde kenti ikiye bölüyor. Her ne kadar adı Grand Kanal olsa da bu kanalın boyu sadece dört kilometre. En derin yeri de beş metre.Kırkbeş küçük kanalsa ona bağlanıyor. Ana cadde yerine geçen bu büyük kanalın her iki yanı ise ortaçağ saray ve kiliseleriyle, evleriyle dopdolu. Hepsi suda yüzüyor; su, dinginlik, tarih, yansımalar, yanılsamalar ve trafiksizlik güzel, yalnızca insan kalabalığı sizi sarsan.Herkes merakla sürüklese de beni, paylaşılmazsın ne yapmalı?

          Venedik’in yüreğinin attığı yer, hiç kuşkusuz San Marco Meydanı.Dokuzuncu yüzyılda küçücük bir alanken, bugünkü konuma onüç-onaltıncı yüzyılda ulaşmış. Dünyanın en güzel meydanlarından biri olarak ünlenen San Marco'ya, Fransız yazar Musset "Avrupanın Salonu", Napolyon ise "Avrupanın en güzel şenlik alanı" demiş. Binalara ek olarak, bir Saat Kulesi ve dev bir Çan Kulesi de bulunuyor burada. San Marco ve çevresindeki binalar yine gotik mimarinin en güzel örneklerinden.

Meydanın her yerinde güvercinler var, derler ki; bu güvercinlerin ataları Kıbrıslı tüccarlarca dükün eşine armağan edilmiş.Bugün de meydanın uçarıları onlar.

Venedik Karnavalı yaşanmalı bu meydanda:Meydan, Dükler Sarayı ve Sansovino Kütüphanesiyle çevrili.San Marco Kilisesi ile son buluyor ve kilise karşısında Saat Kulesini konuk ediyor.Alanın deniz tarafında San Marco Arslanı ve San Teodoro'nun heykellerinin yükseldiği granit sütunlar İstanbul'dan.Karşı adada Meryem'e adanan kilise, bir zamanlar cüzzamlıları koruduğunu unuttururcasına beyaz.

Deniz, tarihi boyunca Venedik’e hem zenginlik, hem de felaket getiren bir öğe olmuş. Örneğin, 1966 Kasımındaki sel baskınından kentin kurtulabileceğini kimse ummuyormuş.Zaman zaman suyun öylesine yükseldiği olmuş ki, San Marco Meydanı’nda gondollar yüzmüş.

          İnanışa göre, Hazreti İsa’nın oniki havarisinden biri olan ve dört İncilden birini yazdığı söylenen Aziz Marco’ya, rüyasında gördüğü bir melek, “Venedik’te huzur bulacağını” söyler. İşte bu rüyanın gerçekleşebilmesi için, Aziz Marco’ya ait olduğu iddia edilen kutsal kemikler, 828 yılında Mısır’ın İskenderiye kentinden Venedik’e kaçırılır; hemen ardından da San Marco Kilisesi’nin yapımına başlanır. Böylece, Aziz Marco’nun Venedik’in koruyucu azizi olduğu belgelenir.Söylenen o ki, kutsal kemikleri Venedik’e kaçıran iki Venedikli tacir, Arap görevlileri kandırmak için bunları bir domuz eti fıçısına yerleştirmiş.Ve istenilen gerçekleşmiş, Aziz Marco’nun İskenderiye’den Venedik’e kaçırılan kutsal kemikleri, Venedik’i son derece önemli bir dini, dolayısıyla da turistik merkez yapmaya yetmiş de artmış bile.

Bazilikanın dışı üç kısımdan oluşuyor: Alt bölüm, üst bölüm ve kubbe. Alt kısımda, bronz kapılardan nartekse açılan renkli mermer sütunlarla çevrilmiş beş yuvarlak kemerli portal bulunuyor. Orta kapının yukarısında Romanesk sanatına ait üç kabartma yer alıyor. Üst kısımda ise İlahiyat ve Kardinal Fazileti heykeli, dört Savaşçı Azizler ve St. Mark; şehri seyrediyor.

Beş büyük kapıya sahip iki katlı San Marco Bazilikası’nın terasına doğru yüzümüzü çevirdiğimizde muhteşem at heykelleriyle göz göze geliveriyoruz. “Mahşerin Dört Atlısı” olarak adlandırılan bu bronz at heykelleri, 1204 yılında Venedik’e yine çok tanıdık bir yerden, İstanbul’dan getirilmiş. Bu atlar, IV.Haçlı Seferi sırasında Venedik tacir cumhuriyetinin de etkin bir şekilde katıldığı Konstantinopolis’in yağmalanması sonucu ele geçirilmiş. Atlarİstanbul’dan Venedik’e gelmiş yerleşmiş ama, öyle hareketliymiş ki, Napolyon Venedik’i ele geçirdiğinde, hayran kaldığı at heykellerini de Fransa’ya götürmüş. San Marco Bazilikası’nın atlara yeniden kavuşması içinse, Fransa tarafından iade edildiği 1815 yılına kadar beklemesi gerekmiş.Bronz atların M.Ö. IV.yüzyılda Yunanistan’da yapıldığı sanılıyor. Bu atlar, antik çağdan günümüze sağlam olarak kalan çok büyük boyutlardaki, tek yaldızlı bronz at grubuymuş. Ancak orijinal atlar San Marco’nun içinde korunuyor.

San Marco’nun şatafatlı iç süslemelerinde en çok da mozaiklerin genişliği insanı hayrete düşürüyor. Tavandaki mozaikler dörtbin metrekareden fazla yer tutuyor. İşte bu yüzdendir ki, San Marco, “Altın Kilise” olarak da anılıyor. Kimi mozaikler ise bin yıldan da öncesine tarihleniyor.Güç ve şöhret sembolü, kutsallığı, dükanın ikamet yerini ve hükümeti simgeleyen görkemi her yönden belli.

Sansovino Kütüphanesi ise ,Marco Meydanında, Dükler Sarayı karşısında gösterişli bir bina.Mimar Palladio’nun eseri.Aziz Marco ile ilgili oldukça fazla kitabın yanısıra, Haçlı Seferleri, bu seferlere verilen destek ve ipek yolu ile ilgili olan çok sayıda kitap bulunduğu bilinmektedir.

Önceleri atış kulesi ve deniz feneri olarak kullanılan, Çan Kulesi (Campanile di San Marco), doksandokuz metre boyuyla bile, bazilikanın süslemesi yanında çok sade ve eğrilmeye başlamış.Bu kuledeyken, baktığınız manzaranın, yaklaşık ikiyüz yıl önce Goethe’nin ve dörtyüz yıl önce Galileo'nin yeni teleskobunu düke göstermek için baktığı manzarayla aynı olduğunu bilmek size tarihi yeniden yaşatıyor.1173 yılında inşa edilen kule, 1902’de yıkılmış ve aslına uygun olarak , 1912’de tekrar kurulmuş.

Sesi ile beni Çan Kulesinden uzaklaştıran Saat Kulesi (Torre dell’Orologio) oluyor.Arap ve romen rakamlarıyla zamanı gösteren, astrolojik saatiyle ilgi çekici ve kulede iki bronz figür ellerindeki çekici yıllardır çana vuruyor.Grand kanaldan yola çıkacak denizcilerin en uygun zaman için güvendikleri, etkileyici, kusursuz, sembolik ve en doğruyu gösteren kule.

              Meydandan uzaklaşabilirsem eğer, gondol sefası zamanıdır: Gondolcu, ayakta ileri bakarak, forcola’ daki (kilit) remo’yu (kürek) suda iterek, siyah gondolu ileri itiyor.Dönüşler, duruşlar, geriye çekmeler, yavaşlamalar hepsi dans gibi.Karanlık, sessiz ve tüm romantik çekiminde kaypak.Sert, kökenleri gibi gizemli, kendi evriminde kıvrık.Sığ ve çamurlu sulu düzlüklerin efendileri gondollar. Önündeki süs yani pruva( ferro), pirinç; gondolcuya eş bir ağırlık bu, sola yatmayı önlüyor: Söylencelerdeki baltayı mı, denizatını mı simgeliyor? İkiyüzseksen parçanın bileşimi, solu daha geniş. Daracık kanallarda hoş bir dinginlik içinde süzülüyor ve çok sayıda köprünün altından geçiyoruz. Bu sefa ile kent ve kanallar hakkında düşünce sahibi olmak olası, üstelik kalabalık size dokunmadan.Zamanına göre çok yüksek binalar başınızdan eski yüzyıllardan bakarken, hoş renkli panjurlar, cam içlerinde rengarenk çiçekleri ile binaların kapıları suya dalıveriyor. Kanallarca yansıma.Öyle bir an geliyor ki, sadece kanaldaki dansta izliyorsunuz şehri, rüya gibi.Bu kocaman yapılar, birbuçuk metrelik kanalda ağaç kazıklar üstünde, bunca yükle?Sulara direnmesi, tarihin korunması için su altındaki temellere beton enjekte ediliyormuş.

Biraz nem, biraz su izi, yosunlar,bodrum katlarının boşluğu, kanalda bir balkonda yalnız bir masa, kanala açılan bir sokak, suya inen merdivenler, bir sarmaşık; kent bunca turist yüklü olmasa neler anlatacak.Sahi, kanallar arası büyük maharetle dolaşan gondolcunuz bir aria söyledi mi? Söylemediyse ben mırıldanacağım :“ O sole miooooo “

Büyük Kanal üzerinde dört köprü varsa da, en eski ve ünlüsü Rialto Köprüsü.Buradan manzaraya bakmazsanız olmaz.Üzerindeki cıvıl cıvıl alış veriş merkezlerine akan ve sizinle aynı manzarayı paylaşmak isteyenleri aralayabilirseniz artık?

Köprülerden bir tanesinin, öyküsü acıklı. “Hasret Köprüsü” (Ponte dei Sostri ), mahkumların hüküm giydikleri Dükler Sarayı ile cezalarını çekecekleri Yeni Hapishane’yi birleştiriyor. Ölüm cezasına çarptırılan ya da ömrünün sonuna dek bir daha güzelim Venedik’i göremeyecek olan mahkumlar, işte bu köprüden geçerken son kez Venedik’e bakıp iç çekerlermiş.

Rialto Köprüsüne, San Marco Meydanından yürürken; daracık sokakları, alış veriş merkezlerini, restorantları, kiliseleri, meydanları bir anda görmeniz, her gördüğünüze şaşırmanız olası. Binaların duvarlarına başınızı kaldırıp bakarsanız, yolu meydana çıkaracak levhalar kaybolmamanızı sağlıyor.Dar sokaklardan hızlıca geçen, panjurlu doyumsuz taş evler yüzünden ben, kentin büyüsüne takılıp gidecekken, ismimi seslenen güzel çağrıyla uyarıldım da uyandım.

Hemen her yerde, ünlü Murano camından yapılmış harikalar var.Sokak ressamları Venedik'i duvarlarınıza taşıyor. Ve masklar, masklar.Renkli, süslü, gözlerimde sevgili.Yine de atın maskelerinizi yalın olsun yüzünüz.Masklarsa duvardan baksın.

Venedik denince ilk anda akla geliverenlerden biri de XIII.yüzyılda Çin’e kadar giden Marco Polo.1271’de Venedik’ten yola çıkan Marco Polo bu kente geri geldiğinde yirmidört yıl geçmiştir.Bir deniz savaşında esir düşer ve üç yıl boyunca bir Cenova hapishanesinde kalır. Şans eseri Pizalı bir aydınla aynı hücreyi paylaşır ve ona anılarını yazdırır. Oralarda yapmayı öğrendiği makarnayı İtalya’ya taşıyan odur, diye söylenir.

             İtalya’da yemek yiyebileceğiniz çeşitli mekanlar var:Ristoranteler en şık, en lüks olanlar, trattorialarsa daha çok yöresel tatlara yer veriyor ve pizzerialarsa pizza çeşitleri bulabileceğiniz yerler.Buraları geçip, gelelim pizzalara, oldukça büyükçe, domuz eti kullanıldığından margarita veya mantarlı seçimi olağan.Hamuru oldukça ince.Makarnalarsa bize oranla az pişmiş, soslarındaysa sınır yok.Bu tadlarıyla denenmeli.Tiramisu ise alıştığımız tad ve görüntüde değil.Böyle derken aslının İtalya olduğunu unutmuyorum tabii.Şaraplardan mutlaka tatmalısınız; yollar boyu asma cennetlerinden anlaşılmayacak gibi değil iddiaları.İtalyan kahveleri de başka doğrusu. Genelde önünde kocaman bir maket olan dondurmacıya dalıp, ünlü İtalyan gelato seçeneklerinin tadına bakılmalı.

            Murano adası cam işçiliği ile ünlü, anlatılanlara göre Venedik hükümeti 1291 yılında cam işçiliğiyle ünlü ustaları, bu sırların çalınmaması için Murano'ya adeta hapsediyor. Aileleriyle birlikte Murano'ya yerleşen cam ustalarıysa kuşaklar boyu çocuklarına sanatın inceliklerini öğretiyorlar.Ada cam ocaklarıyla çevrilmiş bir durumda. Özel bir gösteri sonrası, cam işçiliğinin bulunmazlarını görüp, alabilirsiniz.Dört adanın toplamı Burano ise renkli dantel gibi evleri ile dantellerini bile sönük kılıyor, kanal boyu yansıma yine bir serap.Kadınlar dükkanların önlerinde işliyor dantelleri.Bizim gibi örme tekniğinde değil bu danteller; özel dokunmuş bir şerit, özel bir teknikle, iğneyle danteller yaratıyor. Kocalarının balık ağlarını tamir ede ede, dantelcilikte de özel teknik geliştirmişler.Anlatılanlara göre de, gece sarhoş bir şekilde eve dönen balıkçıların evlerini bulabilmeleri için evleri ve sandalları aynı renge boyanırmış, işte bundan tüm bu gökkuşağı.Giyiniyorum görsellikle.Capri adası ise manzarasıyla başka, yükseğinden bakınmak, her şeyi geride bırakmak için yeterli ve bir limonçello içimi, kaçmayacak olan.

          İtalya’dan Raphael, Dante, Bruno, Galileo, Fermi, Cassini, Marconi, Vivaldi, Paganini, Verdi, Puccini, Pavarotti, Fellini deyince sanatın kulakları çınlıyordur eminim.

          Irmak Po’nun ovaları, güzel Akdeniz iklimiyle birleşince göz alabildiğine ağaç ve yeşil örtüye seriyor heryeri.Tahıl, pirinç, zeytin yağı, hayvan yemi, ve meyveler tarımda yer tutan.Motorlu araç, kimyasal ürün, elektirikli ev gereçleri, ateşli silahlar, moda ve textil, gıda ürünlerinde isimleri var.

İtalya herşeyini kendi içinde çözen, Egeyi-Akdenizimizi sürdüren bitki örtüsüyle, tarımıyla, düzeniyle, ekonomisi ile örnek alınacak bir ülkeyken, kaybettiklerimize hayıflandırıp durdu bizi.Unutmadan her geçtiğimiz şehirde toprak bastı parası alındı, en çoğu da Venedik'teydi.Yani gelirlerinin önemli bölümü de turizmden geliyor.

          Bir masal içindeyim.Bir varmış, bir yokmuş.Gözlerimin kenarına yeşil dalgalar vuruyor, dudak kenarımda küçük bir hüzün. Yine unutulmazım olacaksın besbelli, duymasın İzmirim...



27 Eylül 2012

huzur var, yeşili alabildiğine görmekten
ve ağaçlar ağaçlar
tepelerde manastır, kule
ve evler evler
eski doku mutlu dokunulmaktan
ve tarlalar tarlalar...

5.09.2012

25 Eylül 2012

sesime kanat olaydı kuşlar
düşümü ısıtaydı Selene
yüreğimi salıverseydi parmaklıklarım
tepeden tırnağa güneş
bana bakamazdın korkarım

16 Eylül 2012

sagapo

rüyamda bir şehir
şehirde ben

aklımda.


gökten üç elma düşse

ayak izlerini arıyorum
dipsiz bir uçuruma da
söz geçirir misin

gözlerini kapama

kendimi bulamıyorum o zaman
yeşil bir şarap benimki
eğilsene

çığlık çığlığa bir ezgi

"sagapo"...

13.09.2012

15 Eylül 2012

Ne çok anıyla dönüyorum
Hepsi bir şehir olan...

Atina...

karşı kıyının yaşamı uzak değil
taşsa taş, tarihte esinti
sevgiyse uzak yazılmış sadece
çiçeklerimiz ortak açıyor bilesin
ay, güneş, deniz hiç uzak değil
uzak değil insanlar
acılar yakın
açılar dik
dalgalarımız vurur birbirine
sadece duymazsın...
04.09.2012

22 Ağustos 2012

sevgi büyük

neden sığdırırız yanlışça

küçücük yüreğe?


kuşun kanadından al rüzgarı


ışığı aydan


denize yakamoz yay


gözün yaşından...


 sevgi büyük
neden sığdırırız yanlışça
küçücük yüreğe?

15 Ağustos 2012


Bir odanın penceresinde;
seni sevdiğimizi unutma
son yaprak düşmedi henüz
burdayım bırakma....

14 Ağustos 2012

mavinin ortasında ben
benim ortamda sızı
sızının ortasında bir kanat
kanadın oltası mavi
seksek oynadığım günler
tektek eksilirken
çarptığımda sana
sen oynamayı çoktan bırakmış
çocuktun aslında
başında güneş, elinde rüzgar
ay yine yarıma dönecek oysa
yıldız düşürdüğümde yüreğime
geceye yenilirim
tutunup bir kuyruklu yıldıza
varılır mı sabaha

01 Ağustos 2012

Smyrna

    La perle de I'Ionıe : İyonya' nın incisi, İyonya kültürünün tüm güzelliklerini taşıyınca, böyle olur adın...
   Yaşam gibi derin.Kendini bırakmayı gerektiren.Derinde boğulacaksan, yaşamdan olsun.Şehrinse Smyrna.
  Amazonlar, Aphrodite'in kızları.Oklar, yaylar, labryslarla süslü.At üstündeki savaşçılar.Birbirine vuran kalkanlarınız Sardes' ten duyulur.
 Smyrna, mersin ağacım, neden uydun şeytana?
ağlıyorsun şimdi
gözyaşlarıyla kokulu reçinenin .
Adonis' in gözyaşının her damlası bir gül
Afrodit' in kanayan her damlası bir lale
yine geldi bahar
Adonis bahçelerine.
hep sevdik, yaşayamadığımız, baharları
bir de Smyrna' mızı...
  Atları dörtnala giden bir sürü Smyrnalı ordusu yayılmış Ege' nin kıyılarına.Amazonlardı hani, erkek gibi ama bir o kadar kadın, işte o gün aralarına savaş ortağı almışlardı beni...
  Barışı buldum: Smyrna' ya geleli, yıldızlar daha bir çoğaldı.Ay daha başka ışıyor, ben gibi.Bütün kuşlar kanat açıp, sık uçar oldu.Bir de ağız dolusu bağırır.
  Kahkalarla dolarsa ancak, güneşler hızla turuncuya boyar Smyrna' yı.Bir ağlama gelirse zaman zaman, işte o zaman, yağmur yağar.
  Gülen gözler olsun yaşama, haydi gömün maskelerinizi.

26 Temmuz 2012

gökyüzünü açıyorum başıma
denizi seriyorum
bıkmadım
bir sevgi
durmadı  durmadı
elimde gökkuşağı
maviyi çoğaltır
sevgi durmasın durmasın..

hep çok ol

hep böyle kal...


nurcanım
sende tamamlanan bişeyler
aşılan şeyler
yağmur yağarsa şemsiyesiz
seni ıslatmıyor gibi
denizliğinden midir
bir çiçek verirsin
bilirsin nedenini
ne hissettiğini
ve gökyüzüne kurarsın çadırını
mutluluğun resmini yapar mıyız, birlikte...

25 Temmuz 2012

dalga peşisıra kıyı
denize orman olmak
umut ardı...
daldı gözlerime
göz yaşıma karıştı
maviye ağdı...
gide/durdu o düşe
yokluğunda susu/yordu
aysadı... 

24 Temmuz 2012

zamanı durdurmak
eskide buluşmak
güzele selam
el/e hayran.
kelime arıyorum
kendimi.

23 Temmuz 2012

sende/liyorum
sende/liyorum
düşmüyorum.
Selene yolladı ışıklarını denize
bir parıltıdır koptu derinde
gökte Selene
yürekte deniz
büyüdü büyüdü

19 Temmuz 2012

GÖKÇEADA’YA GİDİYORUZ DEYİNCE …




Heyecanlandım, yıllar sonra yeniden Gökçeada’yla olacağım diye.


Kabatepe Limanından, dalgalı denizde Gökçeada' ya yolculuk. Kuzu Limanından ver elini ada merkezi, eski adıyla Panaghıa…


Tepeler ve ovalar birbiri ardınca, volkanik ve istediğimce eski ve bende; denizine kök salmış düşüncesi, bundandır.Tarihin en çok el değiştiren adası o: Avrupa ve Asya arasında köprü olmuş, otuzdan fazla devlet hüküm sürmüş. Gökçeada'da bu köklü geçmişin izleri var. Dünü, bugünü, yarınlarıyla, kirlenmemiş denizi, mavisi, yeşiliyle: yüzyılların içinden, Grek kültüründen eski Rum köylerini, manastırlarını, kiliselerini, geleneklerini taşımış, Türk ve Rum toplumlarının kaynaşarak, dostluk ve kardeşlik içinde nasıl yaşayacağını göstermiş.


Zeytinlikler, bağlar; her yörede ve dağlarda özgürce dolaşan keçilerle güven veriyor. Kordonları, balıkçı limanları, dalga ve rüzgarla şekillenen kayalıkları var. Sessizliği sadece Poseıdon’un uslanmaz dalgaları bozuyor, güneşin en son battığı yer, Gökçeada’da. Çünkü, Olympos'ta oturmaktan vazgeçen denizler tanrısı Poseidon'un, kanatlı atlarıyla yaşadığı yer burası...


Antik Yunanistan'da yaşamış İyonyalı Ozan Homeros' un Truva Savaşı'nı anlattığı, destansı eseri "İlliada" da Gökçeada'dan şöyle söz eder:


"İmroz (Gökçeada) ve Samothraki (Semendirek) adaları arasında yarı tanrı ve tüm zamanların en iyi savaşçısı olan Akhilleus' un (Aşil) annesi, suyun tanrıçası olarak bilinen Thetis' in sarayı, Gökçeada ile Bozcaada ( Tenedos) adaları arasında ise Zeus' un kardeşi olan, deniz tanrısı Poseidon'un kanatlı atlarının ahırları bulunur."


Taş evler, taş döşeli sokaklar, çatılar, avlularla bana, çocukluğumun dünyasını yaşattı. Sokaklarda sekme ve şu pencereyi tıklama özgürlüğüm, sevecen bir bakış; perde arası: Rumca şiveli öyküler ve yaşanmışlıklarla dolu. Mercanköşkler, sardunyalar, incir, nar dalları, hünnap ağacı, su yolları sokaklarda, kiliselerde ise sonsuzluk insanı alıp götürüyor.


Kısa kısa köylerinde gezelim:


Aydıncık' ta sörf, incecik kumlu, uzun sahil ve sahilin arkasında şifalı Tuz Gölü, iki taraftan rüzgarın yığdığı kum seddinin sadece deniz suyu ve yağmurla dolmasıyla oluşmuş. Bu gölde simsiyah bir çamur var, banyosu yapılabilecek.


Uğurlu'da Lazkoyu ve gizli liman, tam da denize girelim diyor.


Yeni Bademli'de, Türkiye' nin tek deniz parkı var.Yıldızköy ve Yelkenkaya arasında bir akvaryum burası. Isparta, Samsun, Trabzon ve Giresun' dan gelen aileler yerleştirilmiş.


Eski Bademli (Glıkı), ulu çınarı ve inatla akan tarihi çeşmesiyle, kendini unutmalık, köyün içine saklanmış Dimitri' nin güneş saatli kahvesi ile de bol sohbetli ve kendini bulmalık.


Zeytinli Köy' de (Aya Teodoroı) Madamın Kahvesi' ne uğrayıp dibek kahvesini içmeden, Panayot Usta' nın dondurmasını tatmadan, Bartholomeos'un evinde Madam Amirsa'nın sakızlı muhallebisini yemeden dönmeyin.


Tepeköy' de (Agrıdıa), Barba Yorgo şaraplarını yudumlamadan olmaz. Söylemezseniz, kim bilir buralarda Poseidon’u gördüğünüzü?


Dereköy (Shınudı), bir zamanlar Türkiye'nin 1950 haneli en büyük köyü iken, mübadele sonrası üç- dört hane kalmış kocaman köyde. Özellikle çamaşırhane, zeytinyağı fabrikası ve terkedilmiş evlerin güzelliği bambaşka. Çamaşırhane loş ve nemli duruyor. Çamaşır döğülen ve yıkanan yerler ve ocak bir zamanlar onca kalabalıktan, işten, sohbetten şimdi insana yapayalnız bakıyor.


Kaleköy (Kastro)’ dan denize uzanış ve o esintide eski gözler var.


Bademli, Zeytinli, Tepeköy ve Dereköy kentsel sit alanı ilan edilmiş, korunacak böylece, ne güzel olmuş.


Kaşkaval Burnu'nda peynir kayalıkları diye anılan ilginç kaya oluşumları doyumsuz, katman katman; karşıda ise Semadirek.


Eşelek, bir zamanlar Çanakkale'ye bağlı iken baraj suları altında kalınca Gökçeada’ ya taşınmışlar artık.


Şahinkaya’ da adanın ilk iskan köyü.Trabzon'daki Şahinkaya köyü buraya yerleştirilmiş.


Şirinköy ise, Bulgaristan'dan gelen Türkler için kurulmuş.


Adanın güneyinde birbirine bitişik iki kaya mezarı yapayalnız yaşıyorlar dünle bugünü...


Cicirya tatmalısınız, keçi peynirli Rum mutfağının pizzasını. Efibadem kurabiyesini; un kurabiyesine benzeyen ortası bol bademli, mutlaka denemelisiniz.Vişinada içip, kuşburnu kurabiyesi de yemelisiniz ki darılmasın.Nostalji olsun: Koliva tatlısı yapın, adadan dönünce; buğdayı kaynatın içine, ezilmiş ceviz - bademi, toz şeker ile karıştırın , nasıl, canınız istedi değil mi?


Adanın "Eltada" sütünden alın, tamamen organik.


Eskiden misafirliğe haber mi verilirdi?Ev sahipleri hep hazır olurdu konuk ağırlamaya. Hala devam eden bu gelenekle Eleni'nin, Maria'nın, Katerina'nın kapısını çalın: Önce güzel bir kahve, ardından, ortasından badem çıkan incir reçeli yada ev yapımı karadut likörünü sunabilirler size de.Tüm mekanlarda herkese dost birileri, tüm sokaklarda sessizliği bozan sohbete bir kişi, neler anlatır neler; o güzel şiveyle dalıp gidersiniz zamana. Saatler hep yenik düşer bu güzelliklere.


Hele 15 Ağustosta adaya düşerse yolunuz: Tepeköy’ de, akşamdan pişen etler, diğer yemekler ve şarap köy meydanında dağıtılıp, toplu halde yenir. Sonra dans, sirtaki ve şarkılarla Meryemana'nın ölüm günü anımsanır. İnanışa göre, bir insan öldüğü zaman, gerçek yaşama kavuştuğu için, ölüm günü bayram günü olmalıymış. Ne coşku, ne kalabalık ve ne anılar…


Paskalyayı nisan ayında unutmamalısınız. İlkbahar ve renkli yumurtalarla yılın bu dilimini adada kutlayarak.


Öyle çok ki yazılacaklar, en iyisi: Gelin, görün, gezin: Bu çok renkliliğe, bu karışmışlığa, bu dostluğa, tüm sohbetlere, kendini kaybedip bulmaya, adanın tüm güzelliklerine değer dostlar...





kürek kürek sevgi atın üstüme
ölmekten korkmayacağım o zaman
uzaktasın özlüyorum
hala yüreğinde çırpınan kuşlar konar balkonuma

28 Mayıs 2012

...

hiç yabancı değilim bu şehre
sesine
insanına
gözümden her geçene
bir o kadar yabancıyım
düşünce yolum
bu çıkmaz sokağa
yağmurlar yağmurlar
ıslanır düşlerim

26 Mayıs 2012


yaşam…
dur bekle beni diyorum ama
yine de yürüyorum seni
her sabah başlayarak yeniden
ve bıkmadan
aşk...
inanmasam da sana
olmasa da gerçeğin
mutlusu da yoksa üstelik
kimbilir ötesini
mutluluk…
artık benim ol
desem de ınanma
hep bıldım değerını
herseye rağmen verdın bana
hiç kaçmadın benden
acı…
zaman zaman uğrasan da yanıma
çok kalmadığını bıldığımden reddedemem seni
gelmesen nasıl anlarım mutluluğumu
hüzün…
esirin olmadım hiç
benlik değildi gelişlerin çünkü
kısa sürdü
yalan...
söylemem kolayca
yine yalan olmasın dıye
estin ancak bana
estin geçtin pembece
öyle çabuktu ki
kalmadı izin
kader…
ödedim bitti, yaptıklarımı
yorma daha fazla beni
zorlama
alnımda yerleşme
ver bebeklerimi, bilyelerin senin olsun....
şimdi

hiç beklemediğin anda

gidiyorum

sorma nereye diye

gökyüzüne

sonsuzluğa

heryere ait olmak kolay

şu anda...

12 Mayıs 2012

iki güvercin
yıkanıyor

bir su birikintisinde

yaşam, gökyüzü biraz

iki göz arası

05 Mayıs 2012

sen hiç ağlarken görmedin beni

içime akıtırım nasılsa

hep gülerken bilsinler isterim bencilce

bencilliğim gülmekten yana

sen hiç ağlarken görmedin beni

sessiz yaşlarım akarken de gülebilirim sana

04 Mayıs 2012

tutamazsın denizi
tutunamazsın.

02 Mayıs 2012

bahar mitolojisi


  • Afroditin kıskançlığından


  • Myra(Smyrna) bir günah işler

  • karşı koyamadığı bu gazap,

  • onu mersin ağacına dönüştürür.

  • ağacın gövdesinden

  • ölümlülerin en güzeli

  • Adonis gelir dünyaya

  • Afrodit bu

  • görür görmez ona aşık olur

  • ve onu saklasın ister Persephone

  • Persephone de delikanlıya vurulmuştur ne yazık

  • geri vermek olmaz

  • iki tanrıça arasında kavga çıkar, kıskançlık ya

  • Zeus girer yine araya

  • verilir karar

  • Adonis 6 ay Afrodit'in,

  • 6 ay Persephone'nin yanında

  • Adonis yeraltına indiğinde sonlanır yaz

  • kış gösterir yüzünü

  • yeryüzüne çıktığında gelir toprakların bereketi

  • ve ilkbahar

  •  avlanırken bir yaban domuzu

  • öldürür Adonis'i

  • bu ölümden kendine pay çıkaran Afrodit,

  • Zeus'tan geri ister onu.

  • sessiz kalınca Zeus bu isteğe

  • üzülen Afrodit

  • güzelliğini kaybetmeye başlayınca

  • tanrılar Olimpos Dağı'nın zirvesinde

  • Adonis'e yeniden can verirler.

  • Adonis can bulduğunda

  • hava ısınmış, çiçeklerle dolmuştur doğa

  • bundandır, Adonis yeryüzündeyken
  • çiçekli ve güzel baharın temsilcisi
  • o günden bu bahara

  • Ve nice baharlara…



17 Mart 2012

Selene


Bafa Gölünün
şimdi birkaç altın kumu
söyler eski efsaneyi
yakışıklı çoban Endymion'a aşık
ay tanrıçası Selene
işte burada umutsuzluk
çünkü ölümlü bir insanla
olmaz Zeus yasalarına göre
ay ışığında Bafa gümüş tepsi
çünkü Selene
sevdiğine ışıklarını döker parlakça
Latmos Dağları, Karia şahit buna
kızının mutluluğunu istese de Zeus
ölümlüdür Endymion
kolaydır Zeusa çözüm
ölümsüzlüğü verir ama
kalacaktır sonsuz uykuda
sessiz ay ışığının en yuvarlağında sadece
Endymion ile Selene
parlak ışıklar altında ve melankolide
aşkını bu mutlak sessizliğin örttüğü
bir heyecanla sarar yine sonsuz uykusunda
sonra bulutların içinde kaybolur Selene
çağrısıdır erken bir ölümün
yaşam gerçektir yalnızca.

LATMOS HERAKLİA'SI

Gökten düşmüşçesine gösterişli, çokça yuvarlakça, üstüste yığılmış kayalar.Bu kayalar mağaralar, manastırlarla bir olmuş, saklamışlar sırlarını.O güzel duvar resimlerini.
Esrarlı ve görkemli Beşparmak, antik adıyla Latmos Dağı.
Bu dağ eteklerinde bir köy, Kapıkırı.
Bafa Gölü'ne tepeden bakan bir yamaçta.
Antik kent ile köy koyun koyuna.
Şimdiki zamandaki gizli geçmiş.
Selene ve Endymion.

Surlar ve surlarda kuleler hala ayakta.Göl seviyesinden 500metre yüksekliğe kadar çıkan bu duvarların 65 kule ile güçlendirildiği ve 6.5 kilometre olduğu biliniyor.Büyük bölümü ayakta üstelik.
İki katlı agora' nın tek katı ayakta, Athena Tapınağı, Kent Meclisi (bouleuterion), Endymion'un mezarı kentini kucaklıyor hala.
Köy halkı her yerden çıkıp, el emeklerini sunuyor.Çocuk heryerde çocuk, bir itiş, bir kakış, oyun.
Her yerde asırlık zeytin ağaçları.Binlerce kaya mezarı, doğal kayalara oyulmuş, kapaklı ve kapakları yitmişiyle.
Laleler, papatyalar bezemiş yolları.Çiçekten çiçeğe konup, yürüyoruz.Pantakrator İsa'ya.
Efes-Milet ticari yolu üzerinde olmayan, Latmos Körfezindeki Heraklia, hiçbir zaman önemli bir şehir olamaz:Bir zamanlar deniz olan Söke Ovası, MÖ 1.yy sonlarında Menderes Nehrinin taşıdığı alüvyonlarla denizle olan bağlantısnı yitirir.Deniz ticaretini Milet şehrine kaptırır.Bafa Gölü de denizden bir parça olarak arada kalır.İyonya'da olmasına rağmen, bir karya şehrinin özelliklerinde aynı kaderi paylaşır.Heraklia da komşusu Milet ve Priene şehirleri gibi birbirini dik kesen caddelerden oluşur.Milattan sonra yedinci yüzyılda, Sina ve Filistin dünyasından gelişen İslamiyet nedeniyle uzaklaşan keşişler, terkedilmiş Bafa dünyasına tutunur. Onüç kadar manastırla Anadolu'nun en büyük manastır merkezlerinden olur.
Doğal görsellik arası, Bafa Gölünü şimdilik bırakıp , teras, şapel, merdivenler derken, kayalar arası zorlu adımlarımızla bizi karşılayan ilk ödül, Akavlu Manastırının kapısındaki güneş saati. Dikey bir çubuk yardımı ile güneşin ufuktaki hareketi ve bu çubuk ile yarattığı gölgeyi izleyip, zamanı tahmin etmeye çalışmak.Bilim, zaman, merak ve yine de tutamamak .
Düşleyerek geldiğim ikinci ödüle ulaştırıyor bizi taşlı, kayalı , bir ince yol. Düz zeminden yoksun ve altından bir derenin geçtiği, yukarı doğru uzanıp, eliptik bir şapka gibi içi boş bu doğal kayadaki keşiş hücresi, yani, tefekkür odasına erişiyoruz.Bu kubbe biçimli , içi boşalmış kaya oluşumun tavanı ve duvarları bezenmiş.Sarı, kahverengi, çok az İzmir yeşiliyle. Büyüleniyoruz, bu dağ başında İsa'yla karşılaşınca...
Arkalıksız bir tahtta oturan İsa, bir eliyle baba-oğul-kutsal ruhu işaretliyor, bir eliyle ahşap incili taşıyor. İsa'yı çevreleyen ışıltılı mandorla,yani; badem çekirdeği biçimli madalyon, uçan melek çiftiyle taşınıyor.Güneş tanrısı Helios ve ay tanrıçası Selene resmedilmiş.İsa'nın kozmosun efendisi olduğu anlatılmış.Aziz figürleri, yine Meryem ve çocuk İsa, tahripli de olsa, İncil yazarları ve beş havariler...
İsa burada cihan hakimi, yani pantakrator.
Onuncu yüzyıldan kalan bu resim, bölgenin en iyi korunmuş örneği.Tahrip edilmiş, evet, ama yine de erişmiş bize, ya sonrası?Yetkililerden gereken ilgiyi bekliyor.
Geleceğini bilemiyorsak da, buranın cana yakın köylüsü sarmış antik kenti.Kah sütunlar üzerindeki çiçek saksıları, kah sütun arası çamaşır ipleri, kah bouleuterion daki kamelyasıyla..
Diğer manastır izleri ve kalkolitik döneme tarihlenen doyumsuz kaya resimleriyse başka keşife kaldı.
Dönüş için ayaklarım gönüllü değil hiç.
Kulağımdaki laleye takılan teyze, “alıp gidersiniz burdan baharı, işte böyle “ diye sevecen, uğurluyor beni..
Ve Bafa Gölü salınıp, dalgalarını yollarken ayak ucuma, Selene'nin efsanesini söylüyor kulağıma, güneşi batırırken, bir çay içimi :



selene

bafa gölünün
şimdi birkaç altın kumu
söyler eski efsaneyi
yakışıklı çoban endymion'a aşık
ay tanrıçası selene
işte burada umutsuzluk
çünkü ölümlü bir insanla
olmaz zeus yasalarına göre
ay ışığında bafa gümüş tepsi
çünkü selene
sevdiğine ışıklarını döker parlakça
latmos dağları, karia şahit buna
kızının mutluluğunu istese de zeus
ölümlüdür endymion
kolaydır zeusa çözüm
ölümsüzlüğü verir ama
kalacaktır sonsuz uykuda
sessiz ay ışığının en yuvarlağında sadece
endymion ile selene
parlak ışıklar altında ve melankolide
aşkını bu mutlak sessizliğin örttüğü
bir heyecanla sarar yine sonsuz uykusunda
sonra bulutların içinde kaybolur selene
çağrısıdır erken bir ölümün
yaşam gerçektir yalnızca.

Seni içimde büyütüyorum Selene.

29 Şubat 2012

yeşilde

martılar uçuşuyor yine
vapurların dalga izlerinde
beyazı eritmedeydi güneş
bakıyordu Galata , Kız Kulesi
kara hayran
asıl ben
deniz derin
İstanbul engin gri çoklukta
yarı uykulu
çocuklukta
beyazı eritmede güneş
kar
bir sırra dayansa mavi
bir rüzgar esse gelecekten
yeşilim olsa
uçurtmam ipin ucunda
sen mi bıraktın gökyüzüne
martılara eş
eğilir sevgide

13 Şubat 2012

denizin saçları uzun
kabuk bağlamış diz yaram
uzaklaşan kıyı

ortada
kağıttan kayık

kanar mı yine

09 Şubat 2012

umutları suluyoruz, gözyaşlarıyla...

04 Şubat 2012

hüznü arar ya gözlerin
zaman zaman
işte bu o zaman.

sonra
açar güneş
gölgem düşer peşime...

uçan balon

aklım uçan balon gibi
bir karış havada
özlemden
sevgiden
mutluluktan
takıl sen de

25 Ocak 2012

Canımmmm, bidenemmmm...

Özlediğim ,
Sevdiğim ,
Paylaşımım ,
Herşeyim ,
İyi ki doğdun...
Uzaklıklar büyütüyormuş sevgiyi
Uzamım olansın.
Gecede yıldızım ,
Karda çiğdemim ,
Rüzgarda denizim ,
Umudum , gül bahçem...
Gökyüzü dar , mavi gözlerine yaslandığım .
Sürmez çoğa ,
Karşılaşmamız an .
Aradaki boşluğun adı
Sen ...
Çağrıştırır özlemleri
Ben ...
İçtenliğiCan ...
Bidenem ,
Çooocuuumm ,
Gel gibi !
Kal gibi !
Bu sevgi ,
Cam kırığı gibi...

24 Ocak 2012


"Cadı kazanları bugün de kaynıyor.Kazanların içinde yananlar ve bu kazanların altına odun atanlar bugün başka insanlar.Ama sonuç değişiyor mu?Hayır."

Diyordun, Kırkların Cadı Kazanı'nda.Ne değişti , ne kaldı geriye? Aydınlıktık, sensiziz, hayıflanıyorum kendime, topluma, sahiplenemeyişe, gidişe... Karanlığın zorbalığıydı seni bizden alan...Sen yoksun...

"...Şimdi kış.Pek yaprak görünmüyor dallarda.Ama hep biliyoruz.Bahar mutlaka gelecek.Hep birlikte duyacağız yapraklı dalların sesini."

Bekliyoruz Sevgili Onat Kutlar, Yeter ki Kararmasın...
Geleceği kaybetmek istemiyoruz, Sevgili Uğur Mumcu' ların aydınlattığı...

"Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi."

Unutmadık , can suyumuzsun karanlığa...Unutturmayacağız...

15 Ocak 2012

Anneyarım........................

Anneyarım


Arıyorum , gözlerime dolmuyorsun , ne acı


Yoksun


Yokum


Yoksunum


Oysa , yüreğimdesin her halinle ...






sevgilerin susutuğu o gün

sensiz kaldım

ilk kezdi konuşmadın benimle

kucağınsız kaldım

buram buramımsın

durdu saatin.

bakarken evine

soğuk kaldım

nazarımsın

göz ağrım

kayan yıldızım

dileksiz kaldım.

ben olanım

beni bilenim

sevenim

sevdiğim

eksik kaldım...











kapayıp gözlerimi

yatarken dizlerinde

devinimini

nefesini

sesini

benim gibi duyarken

çocukluğum olurdum.

kucağını kaybettim

sen yatıya gelince yüreğime...

14 Ocak 2012

aşk

kayıp bir mevsimdir belki de
üşüdüğümden aramadığım
bensiz eksik kalacak

07 Ocak 2012

Resimler yapmak bu puslu havada
yakışır renklere
geçip kendimden
başka başka yerlerde
yağmak yağmurla
galıba mavi daha çok
biraz turuncu karışır belki
güneşi batırmak için.

06 Ocak 2012

av...

Üşümüş kuş sesleri sarkacak mı çatıdan?
Uykularından incecik bir vapur geçecek
Belki İzmir 'in düşecek aklına
Sonra bir av yüreğine ansızın
Yorgun bacakları , uzun boynuzlarıyla salınan
Buydu beklediğin anımsa
Kuşlara dokunacak yüreğin, öyle çarpacak
Bir gök , çokça yer buluşacak
Ve bir yaşam , bir coşku , bir dinlence üfleyecek sana
Kendi yitip giderken
Her şeye rağmen , çıkmasa da karşına
-buna en çok ben sevinirim , neden bilirsin-
Bir umut var ya ,
Bu umut , bu sevgi , bu coşku var ya yüreğinde
Tüm yaşadıklarına değecek
Anımsa.


2007

...

öyle bir yağmur yağıyor ki şehrime
bütün kelimeler ıslak
şemsiye açamıyorum yüreğime
poyraz ağır.