19 Ekim 2012

Sakız ağacı



Zeus bulutlar arası engin gökten
Poseıdon köpüklü denizden baktı bize
Ben Odyseus
İşte deniz kokusu
Bulacak mıyım seni, Penelopeia?
Ya sen sakız ağacım
Boreas, yoksa Notos ile mi geldin?
Nakışlardan sızan gözyaşların dökülür toprağa...



*Boreas: Poyraz, Notos: Lodos, şafak tanrıçası Eos ve Astraios'un çocukları                 Tadında, adında, ayırdında, Sakız, Chios...

KALİMERA SAKIZ

              Zeus bulutlar arası engin gökten
             Poseidon köpüklü denizden baktı bize
             Ben Odyseus,
             İşte deniz kokusu
             Bulacak mıyım seni Penelopeia?
             Ya sen, sakız ağacım
             Boreas (Poyraz), yoksa Notos(Lodos) ile mi geldin?

                         Çeşme'den keyifli bir deniz yolculuğu ile geçiliyor Sakız'a,6km ve 40 dakikalık feribot sefası; deniz dalgalı, köpüklü, içim içime sığmıyor, derindeyim yine.Liman kucaklar gibi heyecanımı derken, yel değirmenleri görünüyor.
                        Ege Denizindeki en büyük 5.Yunan adası.Mastichohoria denen güney bölgesi; dünyanın en iyi sakızının üretildiği, işlendiği bölge ve  Türkçedeki adı buradan geliyor.Yunanca Chios adını ise, Girit Adasının efsanevi kralı ve Sakız Adasının kurucusu, Oinopionos'un kızı Chioni'den alır.Fenike kökenli olarak 'sakız veya yılan' anlamında olduğu söylenir.
                       Pistacia lentiscus, sakız ağacı, dikilişinden 5 yıl sonra ürün veriyor. Kireçli toprağı seviyor ve özel beyaz killi toprak atılıyor altına.Budaması ve bakımı özel.Sakız içinse, dönemi gelince beden ve dallar nakışlanma işlemine tutularak, gözyaşı çentikleri açılıyor ve reçine akmaya başlıyor.Damla sakızı, mastik, emekli bir işlemle, eşsiz bir ürün.
                           Damla sakızı, likörü ve reçelini, suma incir rakısı, ouzo, şarap alabilir; simidini, amigdalota ve masurakia tatlılarını, ortak otlarımızdan mezelerini tatmalısınız.    
                                  Ada MÖ6000 yılı, neolitik çağa tarihlenir.İyonyalılar döneminde antik Yunanistan'ın en ünlü, önemli şehri ve ticaret merkezi olur.



                                MÖ 8.yy da bu adada dünya ve tüm zamanların şairi İlyada ve Odyssea 'nın yazarı Homeros doğmuş.
Tam bunu işittiğim anda, Poseidon rüzgarını bıraktı, gecikeyim diye Odyseus gibi.
                               Arkeoloji müzesi, Porta Maggiore kapısından kale, 14.-15.yy dan Justiniani evi, Türk mezarlığı, 19.yydan Mecidiye Camii bugün Bizans müzesi,Kaptan-ı  derya melek mehmet paşa'nın yaptırdığı mermer meydan çeşmesi, argenti müzesinde 2000yıl öncesinin kostüm ve halk sanatı koleksiyonu ve koral kütüphanesi, Justınıanı Sarayı, ortaçağın uzun donemınde adayı elınde bulunduran Genoan ailesının evi, Koreas Kütüphanesi
                                 Sahil, cafe ve tavernalarla cıvıl cıvıl.
                                  Günümüzde ekonomisini    damla sakızı ve ihracatı olan turuçgil ve turizmden sağlıyor.
Akdeniz iklimi olunca, bitki örtüsü;
                                  Bir nefeste, Pyrgi ve Mesta köylerinden söz açacağım.Güzel evli, eski dokulu o sokaktan meydana açılınca gördüm, evlerin yüzlerini.Neydi o emeğin, güzelliğin gücü?Gri-beyaz geometrik desenler uçuşuyor evlerde, hangisine konsa gözünüz bilemezsiniz.bir sanat alır götürür sizi sonsuza, bir ele, iki göze ve söz yetmez dile.Xysta denıyor bu el işi sıvayı kazıma tekniğine, gri volkanik kum, beyaz kireç.Bu süsleme Pyrgi yi eşsiz kılıyor.Abbaralı evler birbirine sarılmış, dar sokaklar, süslü bezeli evler, salkım salkım kurutulmaya asılmış kırmızı domatesler ne çok yaraşıyor aradan sızan güneş-gölge oyununa. Meydanda kulesi erişilmez St.                , beyaz kilise, mavi taş kahve, kırk yıllık hatır.Aklımda bir büyülenmişlik, elimde tarih, gözümde desenler.Taş, tarih, sanat, gelenek.Kapı önlerinde yaşanmışlık:Dedem, ninem bir bastona dayanmış, sandalyede sohbette: -Kalimera (merhaba), her merakta: Ti kanete? (nasılsınız) Ya sen, adını duymayalı, yüzünü görmeyeli, komşum?
10 km ileride MESTA, Bizans döneminden 14.yy dan bakıyor.Bir sırttan duvar, labirent gibi,               ve giz, savunma amaçlı kale gibi sarıyor.Taxıarchis kilisesi, sardunyalar, begonviller, duvarlardan uzanan çan kulesiyle.Taş, dehlizli evler
"Sagapo" kadar güzel ezgi dudaklarımda.
Meydanda örgü, dantel sohbeti dokunuyor.Ninem de sizin gibi tutardı tığı, şişi.Siz komşularından ona, ondan bana kaldı yadigar, gözüm gibi bakıyorum, bu anıya.
Meydanlarıysa hep sevdim.Nefes mi alıyorum, bir dinlence?Sohbeti, sıcaklığı mı buluyorum?Tarihi mi dinliyorum?Çiçekler, ağaçlar, evlerin gözleri bakıyor.Bir taşa çöküp, içime çekiyorum, olanca güzelliği.Bir frappe ye mi varsınız, fala mı?Ben ısmarlıyorum.






Adalıların dediğince, "eski bir dosta yatıya gider gibi" dönerken anlayacaksınız bu sözü....



MİDİLLİ Müzik
Mavi sahil yada
Küçük meydan
Şarap
O kent
Hayallerimi anlatacağım
Ve sen hiç duymayacaksın, biliyorum.



Şafak tanrıça Astraios sana doğurmuş, Boreas' ı ve Notos'u. İzmirim gibi esiyorsundur çokça. Poseidon'a benzetirim seni.Yiğitliğine yiğit, yalnız, başına buyruk, köpüklü deniz düşmüş sana, bilirim.Ege denizimsin


Bu denizde misin?Gözlerin koyu mu, gülümser mi? Anlatacak mısın?Yalnız tadında değilim.

Herkes ayırdında.Bir yanım aydınlık yaşamdan umutlu olursam, anımsar mısın?

En çok yolları sevdim.Neden bilirim.

Ouzo, ağır bir tempoda içilir, deniz kokusu ve iyi bir arkadaş.Sarhoşluğuna neşe, dans gerektirir.Yavaşça damağını yakarken tadına var, bitkilerin kokularını duy, küçük tabağına mezeler yavaştan gelirken demiştin...

Mavi tahta iskemleye dayalıyım, gözlerim çok şeye gidip geliyor,
kendime , bilmiyorum?Sorular görmemi engelliyor yine.
Gece sohbeti tamamladığımda bir dumanla, ayaklarım gitmek istemedi, gözüm önüme düşse de.Neydi bu çekimin adı?Harfler, harfler...

Az önceki tavernada sirtakinin dumanı tütüyor bir rebetiko' da. Gece lambası istemiyorum bu gece, düşlerimi görmemek için.(Anılar, anılar...)

Antik sokaklarda barlar, bir meydana açıldığında, hiç içmeden sarhoşluk sarar bedeni.Yürüyemezsin anlattıklarından (anılarından) sokakların.Çarpar düşersin, dikkat et.

Martılar küçük buralarda, hadi gidelim.



Kalimera…


            Kapının önünde örgü, dantel sohbeti dokunuyor.Xysta kadar güzel.Ninem de sizin gibi tutardı, tığı- şişi.Siz komşularından ona, ondan bana kaldı yadigar.Gözüm gibi bakıyorum  bu anıya, unutulmasın...
 Pyrgı 03.09.12
                            Taş, mavi ahşap, "Sagapo" kadar güzel ezgi, dudaklarımda.Gözlerim ne arıyor, çarpıntılı...


                     Meydanları hep sevdim.Nefes mi alıyorum, bir dinlence?Sohbeti, sıcaklığı mı buluyorum?Tarihi mi dinliyorum?Çiçekler, ağaçlar, evlerin gözleri bakıyor.Bir taşa çöküp, içime çekiyorum, olanca güzelliği.Bir frappe'ye mi varsınız, fala mı; ben ısmarlıyorum..

...             Kapı önlerinde yaşanmışlık.Dedem, ninem bir bastona dayanmış, sandalyeye yaslanmış sohbette:
-Kalimera (merhaba)
Her merakta:
-Ti kanete? (nasılsınız)
Ya sen, adını duymayalı, yüzünü görmeyeli, komşum?
Gece bir sirtakide, ayak atışında akrabalığını bulduğum...

06 Ekim 2012

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ…




              Bir keyif dumanında, sabahı çağırırken, öyle bir düş görürüm ki , kalkar sevda bana bakar, yeni uyanan gözleriyle...

Sahili deniz, denizi kanal, kanalı gondol, gondolu keyif, keyfi tarih tüneli, Venedik'e düşen yolum.Özlemim, tekrar gelmek istediğim.Denize takılıp, tarihe karışıyorum, kalabalık arası o, göz kırparken bana.

Sulara yaslanan kent.Aşkın kadın hali.Meydan ve su özlemini gidereceğiniz, yollarınızı kanallara çıkaran, yama kent Venedik.

             Adriyatik Denizinin kuzey kıyılarında, 118 adacık üzerinde, bundandır yama dedim, 170 kanalı, birbirine bağlayan 400 köprüsü ile unutulmaz.

Venedik bir komün.Veneto bölgesinin ve kendi adını taşıyan Venezia ilinin başkenti.Tarihsel Venedik'i taşıyan ada bölümüne ulaşmak için, ana karadaki Mestre’den dört kilometrelik kara-demiryolu köprüsü (Ponte Della Liberta ,Özgürlük Köprüsü) veya deniz ulaşımı yapan vapparetto’ ları kullanabilirsiniz.

Venedik seçimle gelen Venedik Dükü tarafından idare ediliyor.Venedik bayrağında, kırmızı üzerine sarı işli arslanı taşıyor, azizleri San Marco’nun simgesi, kanatlı arslanı.

Özellikle ortaçağ sonrası baharat, kumaş, değerli taş ticareti ve yağmaladıkları mallarla Avrupa’nın en önemli ticaret başkentlerinden biri olmuş.Türkler ve Araplardan öğrendikleri sayı sistemi ile ticaret aritmetiğini en üst düzeye çıkarmışlar, tüm Avrupalı tacirlerse öğrenebilmek için Venedik’te açılan birçok okula giderek eğitim almış.

Bir dönem, Venedik’in ipek ve kürk yolu tekelini elde etmesinin nedeni neymiş biliyor musunuz? Haçlı Seferleri’ne verdiği maddi destek:Tam dokuz kez tekrarlanan.

             Beşinci yüzyılda kurulmuş olan Venedik Roma’ya ve Floransa’ya kıyasla hayli genç bir kent. Venedik’i Venedik yapan faktörlerden biri yine Osmanlı olmuş. 1453’te İstanbul’u Osmanlı kuşatmasından kurtarmak için gemi ve asker gönderen ender ülkelerden biri Venedik. Ancak, Venedik askerleri pek bir yarar gösteremeyip, geri gelmişler.Bir farkla ki, Venedik’e geri gelirken Osmanlı’dan kaçan Bizans sanat ve kültür adamlarını da yanlarında getirmişler. İşte, doğu ve batı kültürlerinin İstanbul’un fethi sonucunda bir araya gelip, muhteşem eserler verdiği iki İtalyan kentinden biri Floransa ise diğeri de Venedik. Yine bu yüzden, Bizans sanatı ile gotik iç içe geçmiş bu güzelim kentte.Gotik mimari isimlendirmesi, sonraları Rönesans hümanistlerinin, çirkin buldukları bu mimariye barbar Gotların adından esinlenmesiyle verilmiş. Yani, nefret ettikleri bir mimari tarzına, nefret ettikleri barbar bir halkın adını koymuş rönesanslılar.

           Bir günde yüzellibin turist ile rekor kıran Venedik'te İnsanları aralayıp, fotoğraf çekebilene; bazı yerlerde sürüklenmeden gezebilene aşkolsun.Bu yaşayan tarihe, herşey deniz yolu ile taşınıyor; Avrupa'nın motorlu kara taşıtlarına izin vermediği tek büyük kente.Nüfusu bugün yetmişikibin'lere düşmüş.Evlerde hala yaşayanlarsa, aile içinde kuşağı sürdürenler, yani kont, dük ve soyluların torunları.

          Grand Kanal ters dönmüş bir “S” şeklinde kenti ikiye bölüyor. Her ne kadar adı Grand Kanal olsa da bu kanalın boyu sadece dört kilometre. En derin yeri de beş metre.Kırkbeş küçük kanalsa ona bağlanıyor. Ana cadde yerine geçen bu büyük kanalın her iki yanı ise ortaçağ saray ve kiliseleriyle, evleriyle dopdolu. Hepsi suda yüzüyor; su, dinginlik, tarih, yansımalar, yanılsamalar ve trafiksizlik güzel, yalnızca insan kalabalığı sizi sarsan.Herkes merakla sürüklese de beni, paylaşılmazsın ne yapmalı?

          Venedik’in yüreğinin attığı yer, hiç kuşkusuz San Marco Meydanı.Dokuzuncu yüzyılda küçücük bir alanken, bugünkü konuma onüç-onaltıncı yüzyılda ulaşmış. Dünyanın en güzel meydanlarından biri olarak ünlenen San Marco'ya, Fransız yazar Musset "Avrupanın Salonu", Napolyon ise "Avrupanın en güzel şenlik alanı" demiş. Binalara ek olarak, bir Saat Kulesi ve dev bir Çan Kulesi de bulunuyor burada. San Marco ve çevresindeki binalar yine gotik mimarinin en güzel örneklerinden.

Meydanın her yerinde güvercinler var, derler ki; bu güvercinlerin ataları Kıbrıslı tüccarlarca dükün eşine armağan edilmiş.Bugün de meydanın uçarıları onlar.

Venedik Karnavalı yaşanmalı bu meydanda:Meydan, Dükler Sarayı ve Sansovino Kütüphanesiyle çevrili.San Marco Kilisesi ile son buluyor ve kilise karşısında Saat Kulesini konuk ediyor.Alanın deniz tarafında San Marco Arslanı ve San Teodoro'nun heykellerinin yükseldiği granit sütunlar İstanbul'dan.Karşı adada Meryem'e adanan kilise, bir zamanlar cüzzamlıları koruduğunu unuttururcasına beyaz.

Deniz, tarihi boyunca Venedik’e hem zenginlik, hem de felaket getiren bir öğe olmuş. Örneğin, 1966 Kasımındaki sel baskınından kentin kurtulabileceğini kimse ummuyormuş.Zaman zaman suyun öylesine yükseldiği olmuş ki, San Marco Meydanı’nda gondollar yüzmüş.

          İnanışa göre, Hazreti İsa’nın oniki havarisinden biri olan ve dört İncilden birini yazdığı söylenen Aziz Marco’ya, rüyasında gördüğü bir melek, “Venedik’te huzur bulacağını” söyler. İşte bu rüyanın gerçekleşebilmesi için, Aziz Marco’ya ait olduğu iddia edilen kutsal kemikler, 828 yılında Mısır’ın İskenderiye kentinden Venedik’e kaçırılır; hemen ardından da San Marco Kilisesi’nin yapımına başlanır. Böylece, Aziz Marco’nun Venedik’in koruyucu azizi olduğu belgelenir.Söylenen o ki, kutsal kemikleri Venedik’e kaçıran iki Venedikli tacir, Arap görevlileri kandırmak için bunları bir domuz eti fıçısına yerleştirmiş.Ve istenilen gerçekleşmiş, Aziz Marco’nun İskenderiye’den Venedik’e kaçırılan kutsal kemikleri, Venedik’i son derece önemli bir dini, dolayısıyla da turistik merkez yapmaya yetmiş de artmış bile.

Bazilikanın dışı üç kısımdan oluşuyor: Alt bölüm, üst bölüm ve kubbe. Alt kısımda, bronz kapılardan nartekse açılan renkli mermer sütunlarla çevrilmiş beş yuvarlak kemerli portal bulunuyor. Orta kapının yukarısında Romanesk sanatına ait üç kabartma yer alıyor. Üst kısımda ise İlahiyat ve Kardinal Fazileti heykeli, dört Savaşçı Azizler ve St. Mark; şehri seyrediyor.

Beş büyük kapıya sahip iki katlı San Marco Bazilikası’nın terasına doğru yüzümüzü çevirdiğimizde muhteşem at heykelleriyle göz göze geliveriyoruz. “Mahşerin Dört Atlısı” olarak adlandırılan bu bronz at heykelleri, 1204 yılında Venedik’e yine çok tanıdık bir yerden, İstanbul’dan getirilmiş. Bu atlar, IV.Haçlı Seferi sırasında Venedik tacir cumhuriyetinin de etkin bir şekilde katıldığı Konstantinopolis’in yağmalanması sonucu ele geçirilmiş. Atlarİstanbul’dan Venedik’e gelmiş yerleşmiş ama, öyle hareketliymiş ki, Napolyon Venedik’i ele geçirdiğinde, hayran kaldığı at heykellerini de Fransa’ya götürmüş. San Marco Bazilikası’nın atlara yeniden kavuşması içinse, Fransa tarafından iade edildiği 1815 yılına kadar beklemesi gerekmiş.Bronz atların M.Ö. IV.yüzyılda Yunanistan’da yapıldığı sanılıyor. Bu atlar, antik çağdan günümüze sağlam olarak kalan çok büyük boyutlardaki, tek yaldızlı bronz at grubuymuş. Ancak orijinal atlar San Marco’nun içinde korunuyor.

San Marco’nun şatafatlı iç süslemelerinde en çok da mozaiklerin genişliği insanı hayrete düşürüyor. Tavandaki mozaikler dörtbin metrekareden fazla yer tutuyor. İşte bu yüzdendir ki, San Marco, “Altın Kilise” olarak da anılıyor. Kimi mozaikler ise bin yıldan da öncesine tarihleniyor.Güç ve şöhret sembolü, kutsallığı, dükanın ikamet yerini ve hükümeti simgeleyen görkemi her yönden belli.

Sansovino Kütüphanesi ise ,Marco Meydanında, Dükler Sarayı karşısında gösterişli bir bina.Mimar Palladio’nun eseri.Aziz Marco ile ilgili oldukça fazla kitabın yanısıra, Haçlı Seferleri, bu seferlere verilen destek ve ipek yolu ile ilgili olan çok sayıda kitap bulunduğu bilinmektedir.

Önceleri atış kulesi ve deniz feneri olarak kullanılan, Çan Kulesi (Campanile di San Marco), doksandokuz metre boyuyla bile, bazilikanın süslemesi yanında çok sade ve eğrilmeye başlamış.Bu kuledeyken, baktığınız manzaranın, yaklaşık ikiyüz yıl önce Goethe’nin ve dörtyüz yıl önce Galileo'nin yeni teleskobunu düke göstermek için baktığı manzarayla aynı olduğunu bilmek size tarihi yeniden yaşatıyor.1173 yılında inşa edilen kule, 1902’de yıkılmış ve aslına uygun olarak , 1912’de tekrar kurulmuş.

Sesi ile beni Çan Kulesinden uzaklaştıran Saat Kulesi (Torre dell’Orologio) oluyor.Arap ve romen rakamlarıyla zamanı gösteren, astrolojik saatiyle ilgi çekici ve kulede iki bronz figür ellerindeki çekici yıllardır çana vuruyor.Grand kanaldan yola çıkacak denizcilerin en uygun zaman için güvendikleri, etkileyici, kusursuz, sembolik ve en doğruyu gösteren kule.

              Meydandan uzaklaşabilirsem eğer, gondol sefası zamanıdır: Gondolcu, ayakta ileri bakarak, forcola’ daki (kilit) remo’yu (kürek) suda iterek, siyah gondolu ileri itiyor.Dönüşler, duruşlar, geriye çekmeler, yavaşlamalar hepsi dans gibi.Karanlık, sessiz ve tüm romantik çekiminde kaypak.Sert, kökenleri gibi gizemli, kendi evriminde kıvrık.Sığ ve çamurlu sulu düzlüklerin efendileri gondollar. Önündeki süs yani pruva( ferro), pirinç; gondolcuya eş bir ağırlık bu, sola yatmayı önlüyor: Söylencelerdeki baltayı mı, denizatını mı simgeliyor? İkiyüzseksen parçanın bileşimi, solu daha geniş. Daracık kanallarda hoş bir dinginlik içinde süzülüyor ve çok sayıda köprünün altından geçiyoruz. Bu sefa ile kent ve kanallar hakkında düşünce sahibi olmak olası, üstelik kalabalık size dokunmadan.Zamanına göre çok yüksek binalar başınızdan eski yüzyıllardan bakarken, hoş renkli panjurlar, cam içlerinde rengarenk çiçekleri ile binaların kapıları suya dalıveriyor. Kanallarca yansıma.Öyle bir an geliyor ki, sadece kanaldaki dansta izliyorsunuz şehri, rüya gibi.Bu kocaman yapılar, birbuçuk metrelik kanalda ağaç kazıklar üstünde, bunca yükle?Sulara direnmesi, tarihin korunması için su altındaki temellere beton enjekte ediliyormuş.

Biraz nem, biraz su izi, yosunlar,bodrum katlarının boşluğu, kanalda bir balkonda yalnız bir masa, kanala açılan bir sokak, suya inen merdivenler, bir sarmaşık; kent bunca turist yüklü olmasa neler anlatacak.Sahi, kanallar arası büyük maharetle dolaşan gondolcunuz bir aria söyledi mi? Söylemediyse ben mırıldanacağım :“ O sole miooooo “

Büyük Kanal üzerinde dört köprü varsa da, en eski ve ünlüsü Rialto Köprüsü.Buradan manzaraya bakmazsanız olmaz.Üzerindeki cıvıl cıvıl alış veriş merkezlerine akan ve sizinle aynı manzarayı paylaşmak isteyenleri aralayabilirseniz artık?

Köprülerden bir tanesinin, öyküsü acıklı. “Hasret Köprüsü” (Ponte dei Sostri ), mahkumların hüküm giydikleri Dükler Sarayı ile cezalarını çekecekleri Yeni Hapishane’yi birleştiriyor. Ölüm cezasına çarptırılan ya da ömrünün sonuna dek bir daha güzelim Venedik’i göremeyecek olan mahkumlar, işte bu köprüden geçerken son kez Venedik’e bakıp iç çekerlermiş.

Rialto Köprüsüne, San Marco Meydanından yürürken; daracık sokakları, alış veriş merkezlerini, restorantları, kiliseleri, meydanları bir anda görmeniz, her gördüğünüze şaşırmanız olası. Binaların duvarlarına başınızı kaldırıp bakarsanız, yolu meydana çıkaracak levhalar kaybolmamanızı sağlıyor.Dar sokaklardan hızlıca geçen, panjurlu doyumsuz taş evler yüzünden ben, kentin büyüsüne takılıp gidecekken, ismimi seslenen güzel çağrıyla uyarıldım da uyandım.

Hemen her yerde, ünlü Murano camından yapılmış harikalar var.Sokak ressamları Venedik'i duvarlarınıza taşıyor. Ve masklar, masklar.Renkli, süslü, gözlerimde sevgili.Yine de atın maskelerinizi yalın olsun yüzünüz.Masklarsa duvardan baksın.

Venedik denince ilk anda akla geliverenlerden biri de XIII.yüzyılda Çin’e kadar giden Marco Polo.1271’de Venedik’ten yola çıkan Marco Polo bu kente geri geldiğinde yirmidört yıl geçmiştir.Bir deniz savaşında esir düşer ve üç yıl boyunca bir Cenova hapishanesinde kalır. Şans eseri Pizalı bir aydınla aynı hücreyi paylaşır ve ona anılarını yazdırır. Oralarda yapmayı öğrendiği makarnayı İtalya’ya taşıyan odur, diye söylenir.

             İtalya’da yemek yiyebileceğiniz çeşitli mekanlar var:Ristoranteler en şık, en lüks olanlar, trattorialarsa daha çok yöresel tatlara yer veriyor ve pizzerialarsa pizza çeşitleri bulabileceğiniz yerler.Buraları geçip, gelelim pizzalara, oldukça büyükçe, domuz eti kullanıldığından margarita veya mantarlı seçimi olağan.Hamuru oldukça ince.Makarnalarsa bize oranla az pişmiş, soslarındaysa sınır yok.Bu tadlarıyla denenmeli.Tiramisu ise alıştığımız tad ve görüntüde değil.Böyle derken aslının İtalya olduğunu unutmuyorum tabii.Şaraplardan mutlaka tatmalısınız; yollar boyu asma cennetlerinden anlaşılmayacak gibi değil iddiaları.İtalyan kahveleri de başka doğrusu. Genelde önünde kocaman bir maket olan dondurmacıya dalıp, ünlü İtalyan gelato seçeneklerinin tadına bakılmalı.

            Murano adası cam işçiliği ile ünlü, anlatılanlara göre Venedik hükümeti 1291 yılında cam işçiliğiyle ünlü ustaları, bu sırların çalınmaması için Murano'ya adeta hapsediyor. Aileleriyle birlikte Murano'ya yerleşen cam ustalarıysa kuşaklar boyu çocuklarına sanatın inceliklerini öğretiyorlar.Ada cam ocaklarıyla çevrilmiş bir durumda. Özel bir gösteri sonrası, cam işçiliğinin bulunmazlarını görüp, alabilirsiniz.Dört adanın toplamı Burano ise renkli dantel gibi evleri ile dantellerini bile sönük kılıyor, kanal boyu yansıma yine bir serap.Kadınlar dükkanların önlerinde işliyor dantelleri.Bizim gibi örme tekniğinde değil bu danteller; özel dokunmuş bir şerit, özel bir teknikle, iğneyle danteller yaratıyor. Kocalarının balık ağlarını tamir ede ede, dantelcilikte de özel teknik geliştirmişler.Anlatılanlara göre de, gece sarhoş bir şekilde eve dönen balıkçıların evlerini bulabilmeleri için evleri ve sandalları aynı renge boyanırmış, işte bundan tüm bu gökkuşağı.Giyiniyorum görsellikle.Capri adası ise manzarasıyla başka, yükseğinden bakınmak, her şeyi geride bırakmak için yeterli ve bir limonçello içimi, kaçmayacak olan.

          İtalya’dan Raphael, Dante, Bruno, Galileo, Fermi, Cassini, Marconi, Vivaldi, Paganini, Verdi, Puccini, Pavarotti, Fellini deyince sanatın kulakları çınlıyordur eminim.

          Irmak Po’nun ovaları, güzel Akdeniz iklimiyle birleşince göz alabildiğine ağaç ve yeşil örtüye seriyor heryeri.Tahıl, pirinç, zeytin yağı, hayvan yemi, ve meyveler tarımda yer tutan.Motorlu araç, kimyasal ürün, elektirikli ev gereçleri, ateşli silahlar, moda ve textil, gıda ürünlerinde isimleri var.

İtalya herşeyini kendi içinde çözen, Egeyi-Akdenizimizi sürdüren bitki örtüsüyle, tarımıyla, düzeniyle, ekonomisi ile örnek alınacak bir ülkeyken, kaybettiklerimize hayıflandırıp durdu bizi.Unutmadan her geçtiğimiz şehirde toprak bastı parası alındı, en çoğu da Venedik'teydi.Yani gelirlerinin önemli bölümü de turizmden geliyor.

          Bir masal içindeyim.Bir varmış, bir yokmuş.Gözlerimin kenarına yeşil dalgalar vuruyor, dudak kenarımda küçük bir hüzün. Yine unutulmazım olacaksın besbelli, duymasın İzmirim...