26 Aralık 2008

Koşturan zamana koşut yaşamda
Dans
Bir öykünmeyle başladık devinime
Yiğitbaşı, levendat, zeybek olmak var içimizde
Bir kol kaldırışta
Kuşanıvermek efeliği
Göynek, cepken, üçetek, arkalaç, şalvar ile salınmak
Hele mangırlar, alınlık, beşibiryerdeler parladıkça
Kırk belik atıldıkça arkaya
Alduvakla murada erilir bak
Koşturan zamana koşut yaşamda
Dans
Ahenkli devinim
Bana karşı benim
Dönence arasındayım
Dansım
Kaybolmuşluğumda efe, dağınıklığımda al gelin
Halkada dansım
Cesaret, uyum, güç, gurur, yanındalık, sevgiyim
Ahenkli devinim
Yaşam
Dans



Teşekkürler Tuğrul Öğretmenim...

22 Kasım 2008

yalın

...


gözlerinin
sesini
tamamlıyor
sesinin
sessiz
rengi.


...

11 Kasım 2008

yollarca yürüdüğüm doğa'ya

Sessiz, sakin, dingin bir vaha gibi.
Rüzgar sanki sessizliği incitmeme kaygısında.
Doğa diyorum, eriştiğinde yeşil ve anlatası, elinden tutası, rüzgarına katası.
Gözlerimi kapadığımda, yemyeşil bir orman var.
Güçlü gövdeleriyle toprakta, erişilmez, gür yapraklı.
Hiçliklerin kol gezdiği yerde bir heplik bu yeşillik.
İnsancıl sessizlik.
Işıldarken sesim, buralarda mevsim hep bahar.
Bir martı, bir deniz, bir orman, bir çiçek, bir gökyüzü, bir yağmur, bir güneş perdeyi aralayan.
Gökyüzüne akan bir ırmak.
Uzun ve soluksuz bir gece, sabahla kucaklaşan.
Bir gülüm, biraz daha gül.

15 Ekim 2008

ekim

çocuk gözümde canlanan...
çocukluğumu kaç gectım...

gülen gözlerimde bir uçurtma,
ağlayan gözlerimde bir korkuluk.
ipi tutan elinde senin gecenin bir vakti,
uçurtmanın adı benmişim gibi
sevinçli,tutulmaz bir çığlık...

bugün çocukluğum...
onu hiç geçmedim...

13 Ekim 2008

Karşılığı yok çocukluğunun...

Karşılığı yok çocukluğunun

Başka çocukluğun da yok,

baharın var mı sanki?

Kırmızı uçurtmam dalda

korkuluklar çoğaldı ortalıkta

Çok muydu, çocuk muydu?

Çocukluğum sonsuzdu benim...Cıvltılarım, sınırsız mutluluklar.Hüzün sadece tarlalardaydı; korkuluklardan ürkmece, biraz da kargalardan belki...Gördüğüm tek silah tüfekti, av için o da.Üzülüyorum diye, bana sezdirmeden.Öldürümün adı yok, gölgesini bilmedim çocukluğumda.Çünkü silahların, baskınların gölgesinde yaşamadım çocukluğumu ben, çocuk.
Bir cıvıltı olması gereken sesin hüzün dolu.Çocukluğunu almışlar yüzünün.Yaşamından çalmışlar.Yok karşılığı çocukluğunun.Acımasız, kalleşçe yaşadıkların.
Dudaklarının ağlamaklı büklümünden dökülen ilenç sözlerin "ayakları kırılsın, gözleri kör olsun, elleri kırılsın" bir çift siyah gözden süzülendi.Öğretmen olmak doktor olmaktan söz ettin sonra, kurşunların gölgesinde yaşamamak ama ille de orada olmak istedin.
Çok muydu, çocuk muydu?
Sen benim çocukluğumdaki mutluluğu hiç bilme Nevşen, bilme ki daha da hüzünlenme.
Başka çocukluğun yok, baharın var mı sanki?
Kırmızı uçurtmam dalda kaldı seninle, korkuluklar çoğaldı ortalıkta.
Gözlerimde sessiz yaşın, boğazımda bir çift göz, kalbimde yaran oldu...

28 Ağustos 2008

.




Bu gece düşünceme İstanbul düştü .
Düşümde kalaydı , elini uzattı , yüreğime aktı .
İstanbul , bunu hep yapıyorsun , iyi de ediyorsun hani , hoşgeldin .
Gözümde tütüyordun yedi tepelim . Başımda martı yelleri .
İçime çekiyorum İstanbulum rengini , güneşi tenimde .
İstanbul çarpıntım var , telaşlı bambaşka .
Gözüm mavide , vapurda , kıpırdak kalabalıkta , minarede , kubbede , kandilde , sarnıçta , sarayda , kilisede .
Ama ille de Kız Kulesinde . Bu sevda bitmez , Galata ' ya erer .
Günlerden İstanbul , saatlerden İstanbul , dakikalardan sen .
Kenar köşende hüzün , hep kalabalık yüzün . Sarayında ihtişam , ışıltılı akşam .
Camiler ilahi , her türden yaşam sahi . Karşıyaka ver elini avrupa ...
Kulakların çınlıyor mu İzmirim ? Yok sensiz olmaz , sakın unutma ...




.

.



Yalnızlık paylaşılmaz ; oysa yalnızlığı paylaşıyor deniz fenerleri . Sonsuz mavinin kıyıya ulaşacak yalnızlığını . Küçücük fenerlerin görkemli ışıkları .
Aşkın gözü kör derler , oysa denize aşık deniz feneri ışıl ışıl ve Şile ...
Ben bir deniz feneri sevdim ; Kız Kulesi , sana geliyorum ...





.
.



Yemyeşil uzayıp gidecek gibi yeşildere . Motorun sesinde , açılan yeşillikte bir huzur .
Sazlar; sazlıkların sesinde saklı yüzün . Artık çok uzak hüzün .
İstanbul aşkım sana geliyorum ...




.

15 Ağustos 2008

Tenedos


Rüzgar gülleri gülerken güneşe, başları dönmezcesine dönerken,gözlerimdeki ışığı veriyorlar.
Rüzgarın hiç sönmesin.
Rüzgar güllerindeki çaba, sığmazken kaba, Polente yapayalnız, yıldızlar olmasa.
Gün turuncuya boyarken gidişini, "Tenes'in baltasıyla kesmemiş" günle geceyi.
Cumbalı evler yıldızları görmek ister.Evimde gibi.
Üzümler bağdan şişeye.Poseidon, hiç dokunamadın Tenedos'a.
Rüzgarın hiç eksilmesin.

02 Ağustos 2008

rüzgar gülleri,
özlemli.
başları dönmezcesine
aynı şeyi fısıldıyorlar
duyan kulaklara.
hızlıca,
durmamacasına...
kırmızılar, maviye dönüyorlar sürekli...

25 Temmuz 2008

YOL...

kaç yol daha yürüdüm
kaç yol eksildi yaşamdan
kaç yol sustum
kaç yol söyledim
kaç yola yolcuyum
kaç yola koyuldum
kaç yola çıktım
kaç yola erdim
kaç yolu tükettim
kaç yolda huzur
kaç yolda hüzün
kaç yolda sevgi
kaç yolda nefret
kaç yol sonlu
saat yola kaç var

17 Temmuz 2008

MİTOLOJİDEN HIPPOKRATES'E VE GALENOS'A...

Apollon' un oğlu ASKLEPIOS,
doğup da yürüyünce tanrılara doğru
ilk günden hekimlik oldu payı
insanlar arasında da, ölümsüzler arasında da
ve gücü hep sağlığa oldu.
Ama ölüleri de diriltmeye başlayınca ASKLEPIOS,
yıldırımlar yağdıran ZEUS durur mu;
ASKLEPIOS da almış payını yıldırımlardan.
ASKLEPIOS, ZEUS'un yıldırımı ile vurulunca
düşer son dem yazdığı reçete elinden
bir ot üstüne
sicim gibi bir yağmur
reçetenin özünü karıştırır toprağa
derler ki mitolojıde
böylece büyümüş her derde deva, sarımsak.
ASKLEPIOS vurulunca evet,
Kızı HYGIEIA devralmış hekimliği
adı da sağlık anlamına gelir, kendi de: Deva ve ilaç
Yer altı yaratıklarının en özgürü yılan ile simgelenir HYGIEIA.
Yıllar sonra HIPPOKRATES 'in olur hekimlik
Kos adasında şifa dağıtır HIPPOKRATES
“Vegrorum arcana visa,
audita intellecta nemo eliminet”(*)
diye seslenir yıllar öncesinden
yıllar sonrası GALENOS'a.
Bu kez panzehir olan yılan simge olur
tıbba, eczaya.
Ve kutsar Bergama Asklepionu
ASKLEPIOS'u, HYGIEIA'yı, ve GALENOS'u nice sonra...


(*)Hipokrat Yemini'ninden ;gördüklerimi ve duyduklarımı bir sır olarak saklayacağım, kimseyle paylaşmayacağım. ...
Hipokrat Yemini kısaca ;Hayata saygı duymak ve zarar vermemek anlamındadır.

19 Haziran 2008

nasıl özledim seni istanbulum
yaşadığım ama hep özlediğim izmirim kadar ...
sokak lambalarına yağan yağmur
eser aklıma.
istanbul seni hiç terketmedimki...
dinle bak,
bir denizden geleceğim ölesiye mavi
bir leylaktan doğacağım yeniden
tepeden aşağı mor
düşünce nasıl gelir dile
hızlı adımlarla yürüyen sözlerime
işte böyle,
turuncu örtse de usuldan
izmir seni hep sevdim...
ve hala.

16 Haziran 2008

40 gün...


hiç sevmediğim o kelime...
söyletmeyin ölüm üstüne.
bir hiçlik
bir boşluk
bir yankı kulakta
güzel anılar
bir yokluk sürekli
bir yoksunluk
yok(sun)...

07 Haziran 2008

mavi


mavinin karşısında konuşmak ne zor
ve dalgalar, gökyüzü
ve martılar ne çok yaraşıyor denize...

02 Haziran 2008

30 Mayıs 2008

...

.











.
gül...
gülüm...
gülümse...
gülünce...
gülce...
güle...
gül.

GÜL...

.








söyleyecek öyle çok şey var ki , " gül " üstüne ...



.

29 Mayıs 2008

manolyalar 3

.









.

manolyalar 2

.









.

manolyalar 1

.









.

sema...

önce kudüm vurdu

sonra neye nefes verildi

beyaza çalan tomurcuktular

çiçeğe durdular dönerken,

bembeyaz ışığa boğuldular

kendi ışıklarından kamaşan gözleriyle,

başları eğik.

sağ ellerine aldıkları ışığı,

sol ellerinden bize yaydılar

onlar döndü, biz ışığa boğulduk

onlar döndü, ney coştu

ney coştu, onlar döndü..

25 Mayıs 2008

KIRMIZI ...

SÜMELA...











Sümelam'ı boyamıştım sise ve karşıma yerleştirmiştim. Benimle birlikte, gören gözler de yakalıyorlar resmimi. Sonra da dillendiriyorlar düşündüklerini. Depocum , harika dedi önce ve ekledi ; ama ağaçlar çok canlı, Sümela flu kalmış...
Siz dedim, Karadeniz'e gidip, sisini dağlardan indirdiniz mi ?
Iıı ııı dedi.
Sustum...

Nisan 2008

15 Mayıs 2008

ERMENİ SORUNU

DEVLET ARŞİVLERİ.

http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/

DÜNYA KAMUOYUNUN VE BİZLERİN DOĞRU BİLGİLENMESİ İÇİN LÜTFEN


BU DÖKÜMANI TÜM TANIDIKLARINIZA İLETİNİZ.

01 Mayıs 2008

ay tutulması

AY TUTULMALARINDA
TUTSAK KALAN BU YÜREK
UÇACAKKEN
AĞIRLIĞINCA KALIR YERİNDE
UÇANIMSA MARTILAR .
ALACAKARANLIĞINDA GÖZLERİNİN
TUTSAKLIĞI BİTİYOR AYIN
KARANLIK KISA
IŞIĞIN YOLU UZUN
YILDIZLAR DÜŞÜYOR GECEDEN KALAN .
GEÇİYORSUN BESBELLİ
IŞIDI GÜNEŞ
YALNIZ SEN ANLATIRSIN KENDİNİ
DİNLERİM BEN DE
SUSABİLİRSEM CÜMLELERİMDE
AY GÜNEŞİN IŞIĞI
TUTULMA BİR DAHA .

14 Nisan 2008

Derin yürüyüşlerden sonra, yeşil ve mavi gözlerimde giderken, ayaklarımda çam pürçekleri...Yollar uzun, kolay mı?
Su birikintilerinde yüzdürdüğüm kağıttan kayık.Söyle şimdi bu suya basmadan geçilir mi?İçim birden çok üşüyor.
Şu çam kokulu ağaç, şu patika...Gülüyor, yürüyorum.Eski bir Nisan bu.Seslensem sesim olmaz, dağlar yankı almaz.
Yabanıl ağaçlar arası, ötesi yok.Yaşamım geçiyor bu yoldan; bu yeşil sessizlikte, mavi rüzgarda, mor- kırmızı lalelerde, beyaz papatyada.
Ortak dilimiz yol kuşkusuz.Çamlar hep aynı şarkıyı söylüyor rüzgarda. Yüreklerimiz tamamlıyor yarım kalanını. Açsa da, kapatsa da gözlerini güneş; rüzgarda, buğu dolu doğa gördüğü.Nabızlarımız tamamlayan zamanı.
Şimdi...belki artık biraz yorgunumdur
.

26 Mart 2008

Denklem...

Ben buluta bakarken bulutum. Gülümsemeler denizinde. Aya bakarken Selene. İçimde büyüyor dolunay. Işık selinde. Güneşi alıyorum arkama. Sarı sıcak. Mutluluk elinde. Hadi şimdi geçmeli bir yağmur. Tutunmalıyım kaçışan kuş sürüsüne. Bir şarkı dilimde. Kim ebe, kim gebe sevgide? Gözlerime yanaşan İzmir körfezi...

06 Mart 2008

120

Yitik ama gururlu bir ağıt sesi.


Kar, soğuk, tipi, yürekli.


Van karlarla kaplı.


Donmaya, varmaya, amaca.


Çocuktular, bir o kadar büyük.


Yüzyirmi.

11 Şubat 2008


















PERGAMON ASKLEPION'UNDAN BUGÜNE...


SANITAS PER AQUAS...

Bir Nymphe, yıllardır yol sanıp bastığımız yer altından, bugüne çıkmayı beklemiş zamanda.Zaman her derde deva der gibi...
Geceyle gündüz : Nyks ve Hemera
hep biri dışarda yeryüzünde
Nyks içeride çıkmayı bekler
biri ellerinde götürür ışığı
sayısız gözlerine insanların
Öteki uykuyu taşıyor kollarında.Olympos'un doruklarından Pergamon Asklepion'una iniyor tanrı Hypnos.Ve uyutuyor şifa arayan hastaları.Şifa bulacakları uykuya dalıyorlar müzik eşliğinde.Lir'in sihirli tınıları belki de işittikleri.Apollon'un mu, Orphe'nin lir'i mi bilinmez?
Uyuyorum sağaltım için: Tanrılar yolundan geçiyorum düşümde.
Asklepios'u görüyorum; elinde yılanlı asası, sırtında harmaniyesi, ayağında sandalları.Kendine hekimlik sanatını, doğanın sırlarını öğreten
Kheiron'u anıyor, ötesini anlatıyor:
Athena öldürünce
ejderha kanatlı Gorgo canavarını,
sağındaki zehirli kanı atar ve
alır sol tarafından akan şifalı kanını
verir Asklepios'a
ölüleri diriltmiş Asklepios bu şifalı kan ile
Asklepios anlat ağıtını...
Ama Zeus, bu aşırı güce göz yumar mı, ak yıldırımlar salmış Asklepios'un üstüne.Hekimlik sanatını sürdüren kızı Hygieia, oğlu Asklepiades ve niceleri gönül vermiş sağlığı vermeye, onun izinde.
“Buraya ölüm giremez” yazısını görüyorum Asklepion'un kapısında...
Gymnasıum'da, Galenos ile sohbetteyim: Damarların hava değil sıvı taşıdığını, kasların tek değil takım halinde görev yaptığını, kalp atışı nabız ilişkisini, sinir ve sindirim sistemlerini anlatıyor.Bilgiler yineleniyor içimde. ”Pharmacie Galanıque diye fısıldıyor kulağıma.
Övünürüm senle Pergamon'lu Galenos...
Lokman Hekim
ilaçlar yapan yabanıl otlardan
elinden düşürür ölümsüzlük otunu
alıp gidense bir yılan...
Bir kaba başları uzanmış iki yılan taşa işlenmiş, Asklepion'da.Galenos'un sesini duyuyorum:
Asklepion'a giremeyen ölümcül hasta, iki yılanın zehirini boşalttığı tastan içer ölümü.Ama ölmez ve iyileşir.
Simgemiz olurlar o günden bugüne
diyor Galenos.
Uyanıyorum mitoslarla dolu bir sağaltım düşünden.
Asklepion'dan Allionai'ye gitme zamanı şimdi.Rüzgar sesleniyor kulağıma : Sanitas Per Aquas (Sudan gelen sağlık/iyilik) ...
İS 2.yüzyılda yaşamış Aristides, Kutsal Sözler adlı eserinde, Pergamon’a 23-25 km. uzaklıkta olan Allionai ‘da şifa bulduğunu anlatır.
Anlatır ama, tarihin iz düştüğü Allionai nerededir?Nerede gizlenmektedir?
Bir serptik, bin verdi.Çiçek verdi, meyve verdi, aş verdi; kara toprak.Bugün de yüzyıllardır gizlediği Allionai’yi veriyor gün ışığına.Bir kenti yüzyıllardır özlediği insanlarla buluşturuyor.Bizler ne kadar kucak açabileceğiz ona?
Orada bir tarih yaşıyor.Bu nefes, esen rüzgarla yüzünüzde.
Yarım tonozlu geçit öyle gizemli ki, kendimi bir zaman tünelinden geçmiş gibi hissediyorum.Geniş ve uzun caddeyi, sütunlu bir başkası kesiyor; konutları, köprüsü, çeşmesi, dükkanlar, şaraphanesi, dinsel yapıları, forum alanı, içme ve atık su kanalları, kanalizasyonu, araba izleri, termal tesisleri, tedavi yapısı, hamamları, hamamında frigidarium (soğukluk), tepidarium (ılıklık), caldarium (sıcaklık), apodyterium (soyunma yeri), sıcak suyu ve doğası ile yaşamı bulmuş insanların izleri var.
Tam bu mekanlarda, o zamanın insanı gibi kendimi düşlerken, bizlere de gülümsemek için bu günü beklemiş Nymphe‘ye düşüyor yolumuz.Şimdilerde, yeri Bergama Müzesi’nde olan su perisi susuz... Hamam yapısı içindeki nişte yalnız başına 1800 yıldır sürdürdüğü uykusundan uyandı ve “Ben hala ayaktayım” dedi.
Tüm görkemi, güzelliği ile ayakta bizleri izledi, kararımızı bekledi; ama boynu biraz bükük gibi.
Nymphe ağlamıştı, ağlıyordu, ayaklarının altında birikmiş sular gözyaşları gibiydi...
Şimdi yeni mekanında, gözyaşları tükenmiş gözleriyle yine boynu bükük bakıyor.Suların kucağındaki kaba dolup, boşaldığı günleri düşlüyor gibi...
İğne ile kuyu kazılır mı?” denir ya hani.Evet, bir kent için kazılıyor.Kazı ekibinde her gün yeni bir umut, gün yüzüne her çıkanla yeni bir sevinç yaşanıyor. Her görüşümüzde biraz daha gün ışığında, biraz daha ayakta bir kent.
Ama, neden hep ikilemler olur payımıza düşen?
Bu kentin kaderi de sular içinde kalmak olmamalı:
SU İÇİN VAR OLAN ALLIONAI, SU İÇİNDE KALMAMALI !


*** Yapımı süren Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan İzmir/Bergama/Paşaköy mevkiindeki Bergama Müzesi’nce başlatılan Yard.Doç.Dr.Ahmet Yaraş'ın başkanlığını yaptığı kazılarda bugüne dek bilinmeyen “Alionai” antik yerleşmesi saptandı.Ve yaklaşık kırkbin metrekarelik alana sahip Allionai’nin Bergama’nın 2. sağlık yurdu olduğu sanılıyor.Bergama Asklepion’unda psikoterapi, Allionai’de ise hydroterapi yapılmış...

24 Ocak 2008

umut...

Uğur Mumcu yok, öldürenler de yok!

Turan Dursun, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Çetin Emeç,Onat Kutlar, Necip Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı...






"...Eskiden İstanbul'da, sokak kedilerini ve köpeklerini bir çuvala doldurup götürürler ya denize yada Hayırsızada'ya atarlarmış.Çuvala doldurulan kediler kancalarla yakalandıklarından, yaralı olurlarmış ve çuvalın içinde yada kamyonda birbirlerine girerlermiş.Düşman olurlarmış birbirlerine.Henüz yakalanmayanlarsa buna hiç aldırmazmış.12eylül 1980 den sonra; işçisiyle, aydınıyla, esnafıyla, bütün emekçi Türk halkı olarak çuvala doldurulmuş ve bundan birbirlerini sorumlu tutan kedilerin durumuna düşürüldük.Bunu anlamak için, Türkiye'de yaşamak yeter...Her yerde...Bakışlarıyla, davranışlarıyla, sözleriyle birbirlerini tırmalayan, ısıran, birbirlerine düşman, çuvala doldurulmuş ama kendilerini kimin çuvala doldurduğunu bilmedikleri için, birbirine düşman kediler gibi neden birbirlerine düşman olduklarını bilmeyen, içine düştükleri durumdan birbirlerini sorumlu tutan insanlar..."Aziz Nesin

"...Cadı kazanları bugün de kaynıyor.Kazanların içinde yananlar ve bu kazanların altına odun atanlar bugün başka insanlar.Ama sonuç değişiyor mu?Hayır..."Uğur Mumcu


Uğur Mumcu'dan mektup var.İşte o mektup: (M.Mutlu)
***"Sesleniş (2)

Vurulmuştuk, asılmıştık öldürülmüştük...Bizim de sevdalarımız, hırslarımız, zaaflarımız vardı...Biz de bilirdik, tuttuğumuz taşı altına çevirmeyi!Ama zor bir işe soyunduk ve bu dibi delik dünyayı adam edebileceğimizi düşündük!Bunun için de binlerce genç yürek, el ele verdik...Ölüp gidebilirdik; göze almıştık bunu...Tek korkumuz unutulmaktı; o yüzden 'unutma bizi' demiştik sana...Ama sen küçük çıkarların peşine düşüp, bizi unuttun ey halkım, affetmem seni!
***Yoksulluğun bükemediği bileklerimize takılan çelik kelepçelere aldırmadık...İşkence hücrelerinde çektiğimiz acılar yakmadı canımızı, senin yaktığın kadar! İsteseydik, bizim de diplomalarımızı , mor binlikler getiren birer senet gibi kullanabileceğ imizi... Ama bunu yapmadığımızı...Senin pırıl pırıl bir dünyada yaşamanı sağlamak için öldüğümüzü unuttun ey halkım...Hain güçlerin oyuncağı ettin kendini...Beyaz camdan, gazetelerden, sinemalardan yaptıkları dolduruşa kandın...Nereden geldiğini, kim olduğunu, neler yapabileceğini düşünmedin uzun bir zamandır...Sana söylenen her yalana inandın...İşte biz asıl, senin bu hallere düştüğünü görünce öldük ey halkım, affetmem seni...
***Fidan gibi genç kızlar, bugün bir metrekare bez parçasıyla kafese kapattı, geleceğimiz kadar parlak saçlarını...Hayat, şakırdayan bir şelale gibi değil; doldurulmaktan korkulan bir beyaz defter sayfası gibi duruyor önlerinde...En az bizim kadar saf ve temizler...Onlar da yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında...Onlar da işkencecilerin acımasız ellerine terk edilmiş halde...Ama bizden tek farkları, bunun farkında bile olmamaları!Çünkü küçücük yürekleriyle direnebileceklerini asla öğretmedin onlara...Bu yüzden yobazın, din tacirinin suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançla fırlatıp atamıyorlar duygularını. Biz bu teslimiyet için mi can verdik ey halkım, affetmem seni!
***Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize. Sırf sen eski karanlık günlere dönme diye...Sırf zincirlerini kır, insan gibi yaşa diye...Ölmeyi bile göz alıp, ölmüştük sonunda...Hiçbir zaman; Kemalizm'i anayasadan çıkarmaya çalıştıklarında seyirci kaldığın o günkü kadar ölmemiştik ama!'Özgürlük' diyerek, 'demokrasi' diyerek kırmızı beyaz bayrağı yeşile boyamak isteyenlere kandın ey halkım, affetmem seni!
***Egemenliğimiz; ABD Başkanı'nın iki dudağı arasında artık...Ülkemizi savunmak için bile izin almamız gerekiyor o şımarık işgalciden...Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmek değil miydi senin görevin oysa? Sen bunu bile sineye çektin, kabullendin, isyan etmedin... Kurtuluş Savaşı kahramanlarına ihanet edenlere seyirci kaldın ey halkım; affetmem seni!
***'Birinci vazife'ni unuttun ey halkım...Aziz vatanın bütün kaleleri zaptediliyor tek tek... Bütün tersanelerine giriliyor!Ülkemize can veren dev şirketler, en değerli araziler, bankalar, sakallı-kefiyeli Arap şeyhlerine satılıyor 'babalar gibi!'Millet, fakr-ü zarurete düşmüş; resmi yoksul sayın, 12 milyon kişi...Hepsi, iktidarın dağıtacağı üç-beş çuval kömüre, erzağa muhtaç!Sen, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifeni unuttun ey halkım; affetmem seni!
***İşte bu yüzden, biz şimdi burada yastayız..."Madem böyle olacaktı, biz neden öldük o zaman" diye hayıflanıyorsak; namerdiz!Sadece; "Ah... Biz hâlâ yaşıyor olmalıydık" diye isyan içindeyiz ey halkım, affetmem seni... Affetmem seni... Affetmem seni..."
M.MUTLU


18 Ocak 2008

nazım için...

Nazım Hikmet'e sustuk yada çığlığa dönüştüremedik sesimizi.
"Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak
nasıl çıkar
karanlıklar aydınlığa"
Aydınlıktı, ses oldu, soluk oldu, roman oldu, resim oldu, şiir oldu, özgürlük oldu.
"...Kederli kederli anlatmıştı Nazım, uçak lombozundan memleket manzaralarını seyredişini.Aşkla seyretmişti bozkırları, dağları, ırmakları, ovaları son kez..."
Biraz uzak, biraz yayan...
Devrim olandı, sonuna dek taşıyandı, şiiri yaşamıyla doğrulanandı.
Teşekkürler, şiirlerinle yaktığın sönmeyen ateşe...

17 Ocak 2008

keder

yüzündeki kederi dağıtmak için ne kadar çabaladım bugün.
saatler sonra, kederini de alıp gittin zorla
sanki bırakmak istemez gibiydin bana.
dışarda ay var, baksana...