27 Ağustos 2013

30 AĞUSTOS' TAN CUMHURİYETE







Bir destan yazıldı bu ülkede, kısaca anlatacağım büyük bir destan…Sonrasında sosyal yaşamda da yeni zaferleri getiren bir destan…

Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda özgür yaşama hakkımıza son veriliyordu. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız bu topraklar düşmanlara veriliyor, bizim de bunu kabul etmemiz isteniyordu.Türk milletinin bu durumu kabul etmesi olası mıydı?

“Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O esaret ve aşağılığı kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine: "Ey millet! Sen esaret ve aşağılığı kabul eder misin?" diye sormak gereklidir. Ben, milletin vereceği cevabı biliyorum. Ben, milletin büyüklüğünü biliyor ve bu soru karşısında, onun, o soruyu soran çocuklarını, canı gibi seveceğini ve alınlarından öpeceğini biliyorum. Ben biliyorum ki bu millet, kendisine bu soruyu soran çocuklarının, hep o esasa dayanan çare ve hazırlıklarını canla, başla kabul edecektir. Onun için işte ben şimdi bu yoldayım, onun çok sağlam bir yol olduğuna inanarak... “( 1919 )

“Ben 1919 senesi Mayıs'ı içinde Samsun'a çıktığım gün elimde, maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milleti'nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvetle, bu Türk Milleti'ne güvenerek işe başladım.”

Diyordu Mustafa Kemal Atatürk…

Bu inanç ve öngörüleriyle 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmasıyla, Atatürk gibi bir liderle kucaklaşan Anadolu, Kurtuluş Savaşı'nı başlattı.Zorlu günler sonrası; Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri ve 23 Nisan 1920'de TBMM'nin kurulmasıyla, "Ulusal Ant (Misak-ı Milli) sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı “ görüşünden hareketle, düşmanla mücadele kararı alındı. I. İnönü ve II. İnönü Savaşları yapıldı.Ve Mustafa Kemal, ordularına: "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır.( savunma bir çizgi üzerinde değil bir alan üzerinde yapılacaktır) Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." emrini verdi. Sakarya Savaşı ileTürk milleti savunma durumundan taarruz durumuna geçti. Bu büyük zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal'e "Gazi" unvanı ve "Mareşal" rütbesi verildi. Türk tarihinin dönüm noktalarından biriydi Sakarya Savaşı. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Büyük Taarruzun başarıyla sonuçlanması ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın zaferiyle; düşmanın, haksızca ve alçakça işgaline "dur" diyen ve kanımızın son damlasını akıtmadan yurdumuzu bırakmayacağımızı; kadınıyla çocuğuyla, ordusuyla dünyaya ispatlayan bu büyük destan, 30 Ağustos 1922 tarihiyle ölümsüzleşti.

Dile kolay tam 91. yıl. Bugün de bağımsızlığımızı bozmak isteyen güçlerle aynı mücadeleyi verme karar ve yürekliliğimizi koruyoruz ve bu sözümüzden de öte çaba göstermeli ve kazanımlarımıza sahip çıkmalıyız.

Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanmasının ardından TBMM 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırıldı.

“Lozan Barış Antlaşması'nın içine aldığı esasları, diğer barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmaya gerek olmadığı fikrindeyim. Bu antlaşma, Türk Milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastin yıkılışını anlatır bir belgedir. Osmanlı dönemine ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir. “( 1927 )

Siyasi zafer eseri olan, 24 Temmuz 1923 günü Lozan Barış Antlaşması ile yeni bir devletin temelleri atıldı.Fakat devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemişti. Bu dönemde Atatürk, egemenliğin ulusa dayandığı bir sistem olan cumhuriyet yönetiminin ilanı için hazırlıklar yapmaya başladı. Atatürk 28 Ekimakşamı yakın arkadaşlarını Çankaya'da yemeğe çağırmış ve "Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz," der. Cumhuriyette Atatürk'ün de söylediği gibi, “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.” Ulus, kendini yönetme yetkisini, kendilerine temsil eden milletvekilleri aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde, yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler, yasaları tasarlar ve yöneticileri ulus adına denetler. Ulus, seçimle yöneticileri seçebilir.

Cumhuriyetin bizi ilgilendiren önemli bir yanı daha var. Hiçbir ülke için cumhuriyetin anlamı Türkiye’deki kadar değerli olamaz. 29 Ekim 1923, yok edilmek istenen bir ulusun kurtuluş savaşıyla kazandığı zaferleri perçinlediği tarihtir. Cumhuriyet, sadece bu nedenle bile çok değerlidir bizim için. Çünkü Cumhuriyet, sadece halkın kendi kendini yönetmesi demek değildir ve Cumhuriyetin biz Türkler için çok daha derin anlamları vardır.

En başta Cumhuriyet; Türk milleti için yaşam tarzının değişmesi, gelişmesi ve modernleşmesi anlamındadır. Esas olarak “kulluktan” çıkıp “vatandaş” olmaktır. Öyleyse Cumhuriyet, demokrasi demektir; eşitlik demektir; haklar ve özgürlükler demektir.

Dünya ulusları arasında saygın bir yer edinmek, Türkleri, dünyaya yeni yüzüyle yeniden tanıtmak da demektir; çünkü Cumhuriyet bizim için her şeyden önce özgürlük ve bağımsızlıktır.

Bir ülkenin adında "Cumhuriyet" olması yetmez. Eğer demokrasiyle birleştirilmemişse, demokrasi işlemiyorsa, insanlar eşit haklara sahip göründüğü halde, bu haklarını kullanamıyorlarsa o sistem Cumhuriyet olamaz. Eğer bir yönetim size özgürlüklerinizi, haklarınızı kullanma olanağı ve fırsatı vermiyorsa o Cumhuriyet zedelenmiştir. Sahip olduğumuz hakları korumasını bilmiyorsak ve birileri gelip de bunları elimizden alabiliyorsa o zaman da Cumhuriyete tam olarak ulaşmak için yürüyecek daha yolumuz var demektir.

Cumhuriyet’in kazanımlarının, değerlerinin geleceğe taşınması, ancak özgür aklı, bilimi geliştirecek çağdaş eğitimle mümkündür.

Dayatılan sistemlerle, özgür aklı reddeden, dogmalara dayalı, kuşaklar yetiştirmemeli ve rejimin geleceğini karartmamalıdır.

“Ben Türk ufuklarından birgün mutlaka bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle görüyordum. “(1937)

O kadar emindi ki, Cumhuriyeti, devrimlerimizi bizlere emanet etti, anımsıyoruz değil mi?