17 Şubat 2010

MISIR, IŞILTIM BENİM...


İçimdeki sesti, yola çıkaran...
Avucunda bir kuş tutmuş gibi çarpıntılı bu yürek, ‘Mısır’ına kavuşacak az sonra...
Rüya gibi... İşte, çölün ortasındaki armağan Nil... Yemyeşil ; kumullara karışmaksızın yaşamı sunup , uzayıp gidiyor.
Hep beklediğim, yürekten çokladığım, gizil bulduğum ülke; senleyim.
Kahire; bu boz şehir, sanki kumlar altında saklı da, bir ara silkinip, yeryüzüne çıkıyor gibi.Sarı, kum rengi, tozlu, minareli, mezarlı, koşmacalı, bitmemiş, yarım.Herşeye rağmen benimle.
Gizemi tozlu yüzü ardında.Geceyse, harika ışıklar makyaj yapıyor bu şehre.Büyüleniyorum.
Şehrin doğusu ‘Kasru’n Nil’ batılı yüzüyle hiç çekmedi beni.Ben boz renkli Kahire’yi sevdim.Gerçeği yakaladığım ara renkti o. Trafikteki kargaşada; karmaşık toplu taşım araçlarını, kamyonetlerin kasalarındaki insanları, yükleri, yayaları izlemek ve bir sürü ayrıntıya girmek istedim.Ve sonra gezginlerin şaşkın bakışlarında kendiminkileri bulmak...
Sokaklar, yaşam, elbiseli adamlar o kadar hareketli ki, şehir bundan yaşlanmış ve öylece bırakılmış gibi.Terkedilmiş gibi duran binalar yeşil kepenkli. Mezarlıklar üstünde evlerde yaşayanlar, şehrin yanıbaşında piramitler, oynak ve fıkırdak müzikler, Nil’i görüvermek, ‘suk’ adlı dükkanlar, yapışkan satıcılar ve pazarlık.Bu şehir görsel binbir şölenle öyle canlı ki...
Yine de piramitler demek bence; Kahire.
Sakkara Bölgesinde, bir mastaba: Gömülen anısına mezar üstüne kurulan dikdörtgen odacık.Ama nasıl dolu iç odalar, duvarlar; yazılar ve resimlerle...Kaybolurken aralarında, o günler canlanıp, önümüze düşüveriyor.Takılıyoruz arkalarına: Yaşam anahtarı ve lotuslar ise hep ellerinde.Tam, ”Memphis’i yönetenlerin son dinlenme yeri” diyecekken ölümden sonra yaşamı görüyor, susuyorum.
Yaşam enerjisi mi bu çarptığım?
İşte bir ilk: Coser’in basamaklı piramidi. Mimar, doktor ve rahip Imhotep’in yaratısı.İsadan Önce ikibinaltıyüzyetmiş mi, altmış metre mi? Büyü başladı...Yukarı doğru küçülen altı büyük mastaba üstüste konarak yapılan ilk piramit orada, ışınlanmış gibi duruyor, susuyorum.Biraz yalnız, hala bekliyor zamansız, ne söylüyor sessiz...
Dinlediğim masallar gibi
Kafilelerle Giza’ya hareket
Bir ninninin tınısına takılıp, rüyaya dalmak gibi
Aşkla dolmak gibi
Yeniden doğmak gibi...
Basamak basamak olmuş, binlerce erişilmez taş, tonlarca ağırlık, onlarca tansık.Piramitler, bu ne görkem...Dış yüzünü silkinmiş bile olsalar , güneşe dokunuyorlar. Üstüste binen, içiçe geçmiş o zamanların ortasındaki , bugünler...
Keops Piramidi; bu kez İsadan Önce ikibinaltıyüzden söz ediyoruz, aşınmışlığıyla yüzotuzyedi metre ve dünyanın yedinci harikası, üstelik ayakta olanı. Keops’un yanında, Kefren ve Mikerinos tarafından yaptırılan iki ünlü piramit daha bugüne bakıyor.Üç yürek ağrım...
Kum tozlu , sis kokulu hava ve gizemle taşınmış , bilmeceyle dokunmuş taşlar.Bir giz örtüsü altında herşey.
Sfenks ise, Kefren’in yüzü ve aslan vücuduyla onları bekliyor.Sudan zarar görmüş önce, sonra kumlara gömülüp kirliliğin etkilerini geçiştirmiş.İyi ki Tutmosis’in rüyasına girmiş yıllar sonra ve "beni kumdan kurtar ki, firavun olasın" demiş. Güneşisin piramitlerin.
Her sfenks bir bilmece sorarmış mitolojide.Yaşayan görüntü, "kimdin" dedi kulağıma."Bu yaşamdan önce bir yaşamım vardıysa eğer, burdaydım ben.
Ramses II , Nefertari, Nefertiti belki..."dedim ona.Gülümsedi...
Bir gizemin ışığına tutunuyorum bırakmamacasına. Piramidin içinde, duvarlardaki tüm sırlar, figürler birlikte ilerliyoruz.İki büklüm, loş, nemli dehlizlerden bilinmeze ve işte mezar odası.Yılda iki kez içine güneş düşen.Firavun Kefren yok, eminim ki bereketin, öte yaşamın, yeniden doğuşun, yargılamanın tanrısı Osiris’le olmalı.Yanlarına alamadıklarıysa bize kalmış.Ve firavunlar Mısır’ı hiç affetmemiş: Bin varmış, bir yokmuş çünkü.Bir varmış hiç kalmamış.
Öyle dingin ki düşüncelerim.Yeni aydan dolunaya, bir yanım burada, Kahire'de, Nil'de, piramitlerde, diğeri sonsuzda.
Üstüste daralarak bir noktayı işaret eden taşlar...Neyi arıyordunuz, neyi buldunuz, ne anlattınız, nereye gittiniz?
Kahire: Piramitlerinle güneşe dokunuyorsun, tonlarca ağırlığınla yüreğime akıyorsun, bense seninle sonsuza...
Bir fal kapıyorum geçmişe : Pi sayısı, geometri, mumyalar, tıp, gezegenler, hiyeroglifler ve bilgeliği gösteren sakalları, gücü gösteren asalarıyla firavunlar, gizleriniz ; o günden bugüne...
Aswan, antik Mısır dilinde ‘ticaret ve pazar’ demek, çünkü altın,fildişi, baharat gibi Afrika mallarının kervan ticareti yolundaymış önceleri.Benim içinse, Nübyeliler ve esanslarıyla lotus çiçeği kokusunun şehri.
Geleneksel tekne ‘felluka’lar ile Nil’e karışmak Aswan...Biraz yeşil, biraz gizil, biraz bizim.
Nübyeliler öylesine kara ki, gözleri birer gündüz feneri gibi ve her gülümseyişleri birer beyaz martı uçuruyor gökyüzüne.Timsah kutsal, dansları hareketli, çok renkliler, elimdeki dövmeleri ise bir sanat.
Gemimizdeki doyumsuz Nil manzarası ve esintisinden inip, Comombo tapınağına gidiyoruz dendiğinde arada yol var sanmıştım.Merdivenleri çıkarken birden; herşeyin çift yapıldığı, timsah tanrı ‘Sobek’ ve şahin gök tanrısı ‘Horus’ a adanan tapınağa ulaşıverince ; o görkem, o anlatım, yerinden fırlamak için bekleyen derin çizimler, inanamıyorum, boş bir yer yok.
Hiyeroglifileri okuyabiliyor olsaydık keşke , öylesine anlam yüklüler ki, resimler, ve yediyüzden fazla işaret, yazmayı en çok sevenmişsiniz.
Edfu’ya yüzüyoruz gemimiz ile.Gök tanrısı Horus’a adanmış Edfu Tapınağında sonsuzluklayım yine.Parfüm yapış, esans elde ediliş sahnelerinde kokular duyumsadım.Hala sizi anınca buram buramım.Lotus çiçeği şekilli sutunların devasalığı ve boşluksuzluğuyla çarpıntılı bir yüreğim.
Luxor, yukarı Mısır'ın baş kenti Teb'sin.
Nil’in batı yakasına geçtiğimizde sulak alanlar bitiyor ve firavunların sonraki yaşama hazırlandıkları Amon Ra’nın son dinlenme yeri, Krallar Vadisi’ne geliyoruz.Bire- üç kilometrelik bir alandayız.
Firavunların “yaşarken göreyim, yeni yaşama başlayacağım evimi” dedikleri Kral Mezarları.
Ben yaşam isteğini bize de böylesine yansıtan mekan görmedim.Aşağı doğru inen bir rampada başlıyorsunuz bu çok renkli yolculuğa.Betimlemeler, hiyeroglifler arasında yitiyorsunuz.Tanrılara olan bağlılık, yaşamındaki yöneticiliği ve uyanınca gerekecek bilgilerle dolu kutsal kitap anlatıları tavandan duvara, boşluksuz sonsuz, renkli.Kaç metre indiğiniz kavramı sonsuzda asılı kalıyor, aşağıdaki lahit de öyle.
Bu firavun da benim gibi hayret ve hayranlık dolu bir yüz, çarpıntılı bir yürek ile mi bakmıştı acaba sonsuzluk durağına?
Uçar adımlarla daha çok sonsuzluk durağı gezmek istiyorum.Bir tütsü kokusu burnumda, asa’nın sesi kulağımda; sonsuzluk mu tenime çarpan, yanımdan geçen? Hiç durmuyor baş dönmem.Öte yaşam tozları yağıyor üstüme.
Bu lahitte de yoksunuz, inandığınız ölümden yeni yaşamınıza mı taşındınız?
Ben de sizle olan günleri koydum; giderayak resimlediğiniz, yazdığınız her ayrıntıya.
Dakika geçsin istemiyorum, uzun ve soluksuz koşuyorum.Metreleri inerken, yeni renkler buluyorum.
Sanki ben yürüdükçe, uzun koridor yeni açılıyor, duvarlar düzeltilip, sıva atılıyor ve resimleniyor her şey ,her yer.Mumyalama işlemi uzun, sonra lahite yerleştiriliyor bir firavun.Bugüne eriyor böylece.
Sadece Tutankamun’u buluyorum yerinde.Bir başka mezar odasının altına doğru kazılmış, gizlenmiş , böylece korunmuş, mekanınla , bize tüm hazinenle erişmişsin.Zamansızlık bu, bugüne erişmekle, erken ölümüne aldırmazlığın belki de. Mısır Ulusal Müzesi'nde hala yaşayan izlerinle, çoktan öte yaşamına karışmışsın ve yaşıyorsun sen de...Zor ayrılıyorum, çok zor...
Yeni şaşkınlık:Nil’e bakan düz arazide iki nöbetçi yapayalnız, yirmibir metrelik oturuyorlar.Memnon Heykelleri; bir zamanlar Amenofis Tapınağının girişini korurmuş... Başka güçler, başka boyutlar.Gidiyoruz, aramızda mısın diyorlar, geliyorum yola.
Bir güzelliğe daha erişmek için koşuyorum, bir zamanlar kenarında sfenks ve dikilitaşların olduğu geniş rampaya. Gül rengi tepeye oyulmuş, üç kademeli ön cephesi sıra sütunlu ve kocaman firavunlu Hatşepsut Tapınağı, karşıdan görkemli bir maket.Diğer tapınaklar gibi, yine Nil örnek, merdivenler Mısır’ın doğusunu batısını ayırıyor. Tırmandıkça devleşiyor, küçücük kalıyoruz içinde.
Başrahibin onayıyla, yönetimi elde eden ilk kadın firavun Hatşepsut; tahta geçecek bir varis doğuracak kadar şanslı olmamıştı ya da bu onun gerçek şansıydı. Orta terasın solunda Hathor, aşk ve güzellik tanrıçasına adanan bölüm var.Hatşepsut ise; kadınlar,aşk ve evliliği simgelese de firavunluğunu kabul ettirmek için, erkek olarak takma sakalıyla işlenmiş tapınağında.Ölümünden sonra tahta geçen oğlu figürlerini sildirse de, tapınak görkeminden hiç kaybetmemiş.
Bir düşten diğerine akıyorum.Karnak Tapınağındayım.Dile kolay,ikibin yıl boyunca her firavunun kendi tapınağını ve anıtlarını ilavesiyle üç kilometrelik alana yayılmış. Çok firavunun izine rastlamak bu.
Hiçbir zaman bitirilememiş olmasına karşın, yeni...
Amon Ra ‘ya ve Teb'in iki tanrısına adanmış.Duvarlar konuşuyor: Tanrılar vardı önceleri, su ve toprak geldi, karalar yaratıldı, insanlar geldi sonra, herbiri bir şehir kursun diye; tapınaklar yayılsın şehirlere, tanrılara bağlı kılınsın diye...Karnak'tan Luxor'a kayıkla taşınan tanrılar, yeni bir yaşamın doğmasıyla ölümden kurtulmak...Amon, karısı Mut'un evine Nil'i aşarak gelir, berekettir yaşanan...
Çamur, cennet ve yeryüzünün bileşiminin simgesi, çamur taşlı ağır duvarsa dev bir kalkan ve görkemli giriş.
Yüzotuzdört dev sütunla desteklenen hipostil salonda yalnızlık paylaşılmazdı. Sesler, ışık, gölge; yaşam enerjisi ve sonsuzluğu bu tınıda buldum ben.Arındım, ışıklandım.Gölgemi burada bıraktım sonsuza.
Tapınağın duvarlarında Hititlerle yapılan Kadeş Barış Antlaşmasının anlatımı, cennet ağacı, kutsal göl ve dilek için çevresinde dönülen kutsal böcek scarabe...
Scarabe, hiyeroglif yazısında “olmak”, daha doğrusu “verilen biçimi alarak varlık haline dönüşmek” gibi bir anlam yüklü.Kendi kendini yaratan güç o, yeniden doğuş, yuvarladığı ateş küreyse güneş...
Koç başlı sfenksli yol ise, birzamanlar Karnak'tan Luxor Tapınağına iki kilometre uzanırmış. Güçlü, yol gösterici, her yerde giz, yürüyorum geçmişe.
Luxor Tapınağı girişindeki yirmibeş metrelik granit dikilitaş ve
Ramses II 'nin heykelleriyle sarsılıyorum.Sütunlar, arasında Ramses II'ler derken, III.Amenofis sütunlu salon geceye bedel, bir o kadar ışıklı.
Kumlar altındaydınız binlerce yıl ama, binyılların yorgunu olmamış bunca sütun.
Tutankamun ve eşinin heykelleri, hep böyle, kadın erkekle yanyana çok yerde.
Osiris, İsis, Ra, Set, Neftis, Maat:Tanrılar her görkemde.Bu canlılığınız ve her yerdeliğinizle söyleyin, sizler ölüme bir göz dağı mıydınız?
Gece bir scarabe geçti düşümden, rüyamı Nil'e verdim, gönlümü Mısır'a...Aşık mısın diye sordu, evet dedim.Tuttu elimden, lotus çiçekleri gibi açılmış devasa sütunlar arasında güneşi yakalamaya çalıştık.
Göğe erecek gibi görkemli heykellerin ısısıyla yandım ben.
Dünü bugüne taşıyan tapınakların basamaklarından çıkarken, milat öncesi gün batımlarında tınılar duydum, tanrılar gördüm.Sekizinci rengi buldum.
Öyle ışıklı dönüyorum ki...
Şimdilerde, kulaklarım çınlıyor buralarda, hangi piramit anıyor beni? Ve ben hala Mısır ' da uyanıyor , gördüğüm gerçek güneş mi , yoksa bir piramitten yansıyan sonsuzun ışığı mı diye bakıyorum ...

Ocak 2010