29 Aralık 2011

..

şarap rengi olmak istiyorum gece
ekip toprağıma
görmek istiyorum filizlenişini
ne kadar cömert bugün gece
çünkü ay ince
sonra bir çığlık
uykuya yeniliyorum müzik arası
ay inince denize
yakamoz olmak isterim
kaçamak.

duru

sudan geldin
müziğe durdun
dinlemek
dinletmek istedin
süreklilik, hareket
tekrar, alışmak
ilgi, gereksinim
inanç, sevi olmuş sende
vazgeçilmez ve
herşeye yarayan olmuş
ve yaratan olmuş seni.

23 Aralık 2011

23 Aralık 1930

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, orduya mesajı şöyle:
28 Aralık 1930 , Gazinin Orduya Taziyetnamesi
Menemen’de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili Kubilay Beyin vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kubilay Beyin şehadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur.
Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu mes’eledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe matuftur.
Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kublay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal


23 Aralık 2011....Bizler sizlerle bugünlere eriştik...Işıklar içinde yat...

21 Aralık 2011

AY DÜŞTÜ SUYA

BİLİYOR MUYDU YÜZMEYİ ?
Ne zaman içersi dense,hüznüm olur benim,aklıma ne gelir bilir misin? Bir şarkı: "Sana bocuktan kuş yaptım,konacak pencerene" Bundandır, onların yaptıkları el işlerinde hep kuşları arar,alırım...

tutun bu masala

Şarap eşliğinde
Müzik .
Mavi turuncu sahil
Keman...
Hayallerim...
Bir yerine tutun bu masalın.Sakın bırakma. Güzeldir masallar.
Ayaklarım beni o sahile götüren.Tahta masa , sandalyedeyim. Masallarımı anlatacağım.Sen hiç duymayacaksın biliyorum.
İnsanlar umutsuz. Mutlu etmek istiyorum insanları.Göz kırpan, bilmeceli gülüşlerle bırakmak.Biraz çocuk olmak.Bunu seviyorum…
Düş katacağım.Şiirler okuyacağım.Bir kısmı ben olan.Auram yeşil kalacak, belki biraz turkuaza çalar.Yakut enerjisini verecek.Susacağım belki.Dokunmayın hiç.Sonra yine bir masal daha anlatacağım.Bekleyin...

18 Aralık 2011

kalır izi

Takıldı dikenli tellere
Kanadı biraz
İyileşmez değil
Ama kalır izi
Görmedim alacakaranlıktı

12 Aralık 2011

ya sonrası

Duman duman, ağaç ağaç, tarih tarih
Görüyorum Bergama'yı
Gezdikçe sokak sokak, ev ev
Seviyorum Bergama'yı
Sıkışmış üstüste
Tarih kokan evleri, sokakları
Taşlı, sancılı, sulu yokuşları
Suları çağıran kemerleri
Göğe kucak açan çamları
Hamamları, suyu akmayan çeşmeleri
Minareleri, camileri...
Beton örtememiş ya, tarihi
Badanalarından silkinmiş ya, taş duvarlar
Yıllara meydan okuyor ya, sokaklar
Ya sonrası?

YA SONRASI?

Şöyle Ulucami yanından yukarı, Akropol eteklerine uzanıverdiniz mi; yakınlarda?
O, iç içe gecmis basık ama heybetli, hala dumanı tüten, tarih kokan Bergama evlerine.
Tüm modernleşmeye karşı koyan hallerini gördünüz mu? Taş taş, ıslak ıslak, çiçek
çiçek: Sanki gizli bir gücün eğri büğrü sokaklara sıkıştırıverdiği o tarihi evleri. O muazzam
taş işçiliğinin en güzel örneklerini veren pencereler, duvarlar. Ahşabın en güzeli kapılar,
hazeranlar. Demirin en guzeli cumbalar, kepenkler, kapı elleri. Bazısı doğanın, bazısı
insanın acımasızlığına yenik; yine de dimdik ayakta. Badanalanmış bazısı; taşlar karşı
koymuş, yer yer dokulmuş badanalar kırmızı, mavi sarı. Yağlı boyalanmıs gök maviye,
yaprak yeşili kapılar, pencereler. Çiçek çiçek karanfil açmıs kapı üstlerindeki, pencere
önlerindeki teneke saksılarda. Yemyeşil çam ağaçları, kavaklar; yıkanmış yağmurda,
mis gibi.
Eğri büğrü, taş taş yollar: Ortasında su yolları akıyor. Her yerde tarihten binbiriz.
Kapayamamış gecen yıllar, insanlar izleri. Bazen bir çocuk, bazen bir yaşlı kapı önünde,
pencere içinde. Neye bakarlar ki eski evlerine, ne gezerler ki buralarda der gibi soran
gözler... Yaşlılar elleri bellerinde küçük, yorgun adımlarla tırmanıyorlar sokakları.
Sokaklar, evler geniş alanlara açıldığında, yine bir şaşkınlık dalgası sarıyor insanı. O
evler niye birbirine sokulmuş bu kadar? Sevgi dolu, üst üste, sıcacık.
Sanki bir tiyatro dekoru bazıları: Dıştan taş taş üstünde, arada toprak kırmızı kiremit,
ahşap kapılı, pencereli. Yaklaştığınızda tüm sizdeki güzellikler de yıkılıveriyor; aynı
evin içi gibi bomboş, acımasız. Hala canlı mı bu evler, diye ürkerek yaklaşırken
diğerlerine sıcacık bir perde pencerede, içinde yaprak yaprak bir çiçek, bir kafes cıvıl cıvıl
ve bir baca dumanı tüten. Aralanan kapıdan görünen basık göz göz odalar herşeyi, herşeyi
ile yaşıyor, nefes alıyor sanki.
Kıpkırmızı toprak kiremitten biri: Tüm heybeti ile yükseliyor yanından baktığınızda.
Altta kocaman bir katı kucaklarcasına yükselen bir kapı ve yanından, nereye çıkar
diye düşündüren taş merdiven hiç bitmeyecek gibi, üst katta küçük bir kapıya götürüyor.
Pencereler dışarıyla ilişkisini kesmiş, sımsıkı kapalı gözleri. Yanıbaşındaki ağaç
pencerelere dayamış dallarını, kimbilir kaç yaşında bu ev gibi; yaşlı, yorgun.
Bir rüyaydı yaşadığım sanki, bu eski sokaklarda. Bugünün betonu, badanası,
insanın yeni gereksinimleri, acımasız elleri örtememiş ya tarihi: Ne güzel! Ya sonrası?

11 Aralık 2011

ESKİŞEHİR ' İM

ESKİŞEHİR'İM...

MÖ 3000' den başlamak demek Eskişehir : Hitit , Frigya , Roma, Bizans , Selçuklu , Osmanlı ve Cumhuriyetimiz …
Sihirli bir el , Prof.Dr.Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir için. Eskişehir’i aşkın ve sevginin sembolü yapmış: Şehr-i Aşk…
Böylesi temiz , öylesi modern , görülesi tarih , örülesi sanat : Eskişehir...
Seyirlik ve içinden çıkması zor olan merkez ilçeden söz açacağım sizlere:. Eskişehir'in güney tepeleri ve ilk yerleşim yeri: Odunpazarı ‘ndan söyleşeceğiz. Devinimli, aynen yaşamak gibi…
Yaşayan ve dokunabildiğimiz tarih.Sekizyüz yıllık Anadolu- Türk kenti. Osmanlı dönemi ahşap süslemeli bitişik düzenli , cumbalı evlerine ulaştıran kıvrımlı taş yolları, çıkmaz sokakları, renkleriyle.Dar sokaklarda iki, üç katlar , çıkmalar , cumbalar , bahçeler...Taş pencere kenarları.Ahşabın , saçağın , tuğlanın en güzeli.Sarının , beyazın , mavinin, aşı boyanın ayrımcılığı.Ahşap oymalı canım tavanlar.Tabanda alışık olduğum gıcırtı.İç avlunun sıcaklığı , bazen havuzu.Altıya bölünmüş pencereler , kimleri gözlediniz , neler görüp geçirdiniz? Dantel perde , mercan saksı , kırmızı çiçek.Oturası taş pencere içi; minderim , camdan çocukluğum.Ve Arnavut kaldırımında sekmece...
Eski bugüne bakıyor.Tarihin esintisini taşıyor, öyküsünü anlatıyor.Çekirdek aile o zamanlar yaşamın sürdürülmesine uygun değil: Ailenin üretimi, yıllık tüketim stoklarının hazırlanması, kırsal alanda iş bölümü, ailenin güvenliği gibi nedenlerle, belki de üç-dört kuşak birarada.Bu kültür mirasının aktarımı da olmuş.
Hane halkı, mahalle halkına gore de yaşar. Doğum, evlenme, ölüm, bazen kışlık yiyeceklerin hazırlanması mahallede ortaklaşa dayanışmadır çünkü.
Yoğun duygular; kırgınlıklar, büyük üzüntüler, kederler, sevinç, büyük mutluluklar, özlemler, ayrılıklar, sevdalar, sevgiler, alışkanlıklar, gelenek...Hepsi bir arada, biri diğerine bağlı, herkesçe bilinen, bazen bilinmeze gelinen, bazen de çok konuşulan, iç-içe yaşamlar… Komşuluklar...
        Bugünde yürürken, konakların yaşanmışlığına gözlerimi yumuyorum:

Büyükhanım, biricik oğlu ve onun eşi; büyükhanımın oğul torunu  eşiyle yani, yeni gelin ile yaşarlarmış bu konakta...Büyükhanım tam bir hanımağa, hala tüm otoriteyi sağlayan, köşe odanın vazgeçilmezi, çok sevdiği oğlu ve gelini için de tam bir kayınvalide olan...Kız torununun küçük kızı geldiğinde ise; konağın çocuk cıvıltısı, mahallenin sevgilisi, sofanın gülümseyişi, merdivenlerin sesi, odalarının ninnisi olurmuş...Erkek torun daha bir kıymetliymiş; doğduğunda hayırlar yapılmış.Ve onun eşi ise, yeni gelin; evin topuk tıkırtısı, giyimde kuşamda gelinliğinin hakkını verenmiş...Siz aileyi canlandırırken gözünüzde:

Eeee, güzel kokular da duyulmaz mı böylesi bir konaktan;
Haside ve met helvasını pek güzel yaparmış büyükhanım, çiğbörek, göbete, ağzı açık, mercimekli mantı, haşhaşlı gözleme, yufkalı büryan büyük gelinin elinden yenirmiş, acı-gıcı sarması, düğün pilavı, kelem dolması evin kızından olmalı, yeni geline de çok iş düşmesin ama çorbayı sevince biricik kocası, tutmaç, miyane, toğga ve bamya çorbası ondan...Bozayı unutmamalı kış gecelerinde, sesi duyar duymaz sokakta “bozeee" diye , merdivenlere koşmak gerek.
Eski kent çekirdeğinde: Geleneksel konutların inşa edildiği dönemdeki aile büyüklüğü ve yaşam biçimi nedeniyle evler, oldukça geniş tasarlanmış.İçlerinde ,düşünü de kurduğum, 3-4 nesli yaşatmış çünkü.
Odunpazarı konutları genelde iki tip yapılanmış. Ya girişleri sokaktan, bahçeleri arkada. Ya da bahçeler önde, konutları bahçe içinde ; 1,2 veya 3 katlı , harika seyirler. Odunpazarı konutlarının büyük çoğunluğu dört odalı, iç sofalı. Konutlar genelde bir sofa ve etrafındaki odalardan oluşuyor. Açık sofalı ana katlar bile kapatılıp iç sofalı biçime dönüştürüldüğü için yaşam hep birinci kat da çözümlenmektedir. Çok katlı konutlarda zemin kat, mutfak,çamaşırhane, depo gibi servis hizmetlerine ayrılmış , yaşam ise üst katta sürüyor.Merdivenli, trabzanlı çıkışlarla.
Konutların ön cephelerindeki iki tarafı pencereli köşe odası, daha büyük ve önemli. Odalarda genelde pencerelerin önünde oturma sedirleri vardır. En az bir duvarda, ahşap işçiliğinin en güzel örneklerini veren dolaplar göze sesleniyor, çok ötelerden; selvi motifli, ahşap-geçme bezemeleriyle. Duvarlarda günlük kullanım eşyaları için raf ve nişler ise el hüneri,göz nuru. Kare yada kareye yakın dikdörtgen odalarda şilte, yastık ve yorganların yerleştirildiği bezemeli yüklükler.
Katlar arasındaki hareketliliği sağlayan odaları çevresine alan sofa, aynı zamanda konutların en büyük mekanı. Misafirlerin ağırlanması için, selamlık denilen bir mekan bulunur. Konutlar harem ve selamlık kısımları ile çift bir evi andırmaktadır. Geniş saçakları, kapıları, pencereleri, konsolları, tavanları, dolapları ve diğer ahşap işlerinde büyük bir ustalık ve zevk örneği gösteren konutlarda yapı malzemeleri olarak ahşap kullanılmıştır. Sofa ve oda tavanları Anadolu’ daki geleneksel konutlardaki gibi göbekli, bezemeli pervazlı ya da çıtakari işlemeli süslemeli.
Çatı örtüsü genelde oluklu kiremittir. Bu konutlar geleneksel yaşayan birer Türk evi . Odunpazarı konutlarının tümünde ahşap iskele arası tuğla yada kerpiçle doldurulmuş duvarlar biçiminde ‘ hımış’ tekniği uygulanmış, yüzeyler bağdadi sıvalı. Dar sokaklarda konutların alt kat köşeleri pahlanarak yer yer geçişin kolaylaştırılmasına çalışılmış. Hemen her konutta dikdörtgen, çokgen eğrisel çıkmalar vardır. Tam bir sokak görüşü, kim geçiyor, nereye gidiyor, seyirlik.Çıkmalar ya da geri kalan yüzeyler alınlıklarla belirginleştirilmiş ve bezenmiş, şık. Konutlar koyu sarı, pembe, yeşil, mavi gibi parlak renklere boyanmış. Yer yer bozulmuş Arnavut kaldırımlı da olsa sokaklar, kaybolası.
Ulaşmışsınız ya bugüne, düşse de sıvanız, yıpransa da gelenekleriniz; yine hem görsel , hem yaşanası, hem müzesel şölensiniz.
bu güzelliklerle
yağmur böyle başlar içimdeyıldızları söylüyorsun ya gecedekaydı bak biridileklerimizmiş aşağı çekenöyle miyağmur böyle başlar içimde
başım döner…
Altıyüzyetmişbeş metrekarelik Atlıhan' a çıkarınca sizi yollar , doyamazsınız taşıyabileceğiniz sanata bakmaya, almaya...
Binsekizyüzelli'lerden büyük toprak sahibi Takattin Bey’ in yaptırdığı pazarcı , seyyah , köylünün, tüccarların konakladığı kervansaray.Cumhuriyet döneminde değişen eller , terk ediliş , yangınlarla metruklaşma.Bugün ise; yeniden yapılanışı ile, Atlıhan: Geleneksel mimarisiyle Odunpazarı’nın kalbi olmuş.Avlu çevresi iki kat el sanatı.El emeği, göz nuru; lületaşı, mavi-kırmızı seramik, gümüş, bir köşede üflenen ney…
Ama ille de lületaşı: O lületaşı ki ; magnezyum ve silisyumun başkalaşımı , hidratlaşımı , diğer adıyla ; deniz köpüğü. Zaman aşımı , el oyumu ve yaradılış…Köstebeğin yeryüzüne attığı efsane o , efsane bu ya: Delikanlının elinde oyuluşu , güzel bir kıza dönüşü , aşk ve o ince ayrımdan yürünüp , yitilen ...
Bize öyküden uyanış ve Lületaşı Müzesinin revak' ında yüzlerce seyir düşüyor:
Kurşunlu Külliyesi ve Camisi’nden.Kanuni döneminden kalma ve adını kubbenin kurşunla kaplı olmasından alıyor.Kervansaray kısmı Mimar Sinan’ın eseri.
Bazen eski, bazen bakım görmüş bu güzelliklerde yaşayanlar ,bu yerleşime olan bağlılıkları, komşuluk ilişkileri ve bahçe geleneğine düşkünlükleri nedeniyle evlerinden ayrılmamışlar iyiki. İyiki de restorasyon çalışmaları yapılmış, yitirilmemiş çok şey.
Yolunuz Eskişehir’e düşerse bir gün, kentin güzelliğinden başınız dönmüşken, Odunpazarı’na da uğrayın, kaybolun ve tarihin gün yüzüne çıkışını görün.
Hep özleyip, ne kadar da sevindiğim, çok kişiyi bununla şaşırttığım; karlı havalarınla, unutmadım seni Eskişehir…Şehr-i aşkım; kar’ ındı, fakültemdi, arkadaşlarımdı…
Ve herşeyinle Şehr-i Aşk’ ı anlıyor sana gelenler...
















Haside helvası:nişasta ve şeker su katılaştırılır, üzerine tereyağı eklenir
Met helvası:adı met(çubuk) oyunundan, yenilen yaparmış.
hamur şekerle lifli hale getirilir.
Göbete:tepside hamur arası kıyma ve pirinç
Ağzı açık:katmer içi mercimekli çörek
Yufkalı büryan:piliç,pirinç,soğan ve bademli iç ile baklava gibi hazırlanan börek
Acı-gıcı:lahana dolması
Kelem:ısırgan dolması
Tutmaç:yeşil mercimek,erişte ve et sulu çorba
Miyane:un tereyağda kavrulur, tavuk suyu eklenir
Toğga:terbiyeli et suyu pirinç çorbası


05 Aralık 2011

sol yanı acıyor insanın
hıv'lıyım deyince
sol yanı
acımıyorsa eğer
insan mıyız
kırıldı tahterevalli
incindi aşk
incir reçeli
sev(m)iyorum!

29 Kasım 2011

.



Yüreğimde kimse yok
Çalma açamam.

Şair, Yazar ,Hemşehrim Halim Yazıcı ya ...

.......


Sevgili Halim Abi,
Hergün yeniden başlar ya özgürlük,
Özgür yazılacak şiirler var daha,
Yapılacak işler de.
Yaşanan sadece küçük bir boşluk
Büyük bir özlem yada.
Yüreklerimiz sizinle,
Umutlarımızdan da gönderiyorum sizinkilerin yanına.
Çiçeğe dursun hüzün,
Açarsa biter karanlık.
Gelecek güzel günlere...
Sevgiler...

15 Kasım 2011

ESKİŞEHİR'İM...

Eskişehir'den , eskiye ait hiçbirşey kalmamış nerdeyse

Anılar düşlerde kalmış , söz dinlemeden uçuşuyor yine de

Sadece üniversitemin kapısı

Kiremit fabrikasının bacası

Biraz Köprübaşı , Hamamyolu

Biraz Porsuk , Papağan ve bozacı

Has , Yeni , Alçık , Erler Hamamları

Evlerde banyo yok diye düşünürdüm hep

Hala kralın kızının küpesini mi ararız

Sıcak suya doyan mermer direklerde (*)

Sihirli bir el , Büyükerşen

Şehir kanıksadığım tozundan , çamurundan arınmış

Kimbilir onlar sıva mı olmuş , heykel mi

Her an elimden tutacak gibi bakan ?

MÖ 3000' den başlamak :

Hitit , Frigya , Roma , Bizans , Selçuklu , Osmanlı , Cumhuriyetimiz ve öğrenciliğim...

Odunpazarı ; yaşayan ve dokunabildiğimiz tarih

800 yıllık Anadolu- Türk kenti

Dar sokaklarda 2-3 katlar , çıkmalar , cumbalar , bahçeler

Taş pencere kenarları

Ahşabın , saçağın , tuğlanın en güzeli

Sarının , beyazın , aşı boyanın ayrımcılığı

Ahşap oymalı tavanlar

Tabanda alışık olduğum gıcırtı

İç avlunun sıcaklığı , bazen havuzu

Altıya bölünmüş pencereler , kimleri gözlediniz , neler görüp geçirdiniz

Dantel perde , mercan saksı , kırmızı çiçek

Oturası taş pencere içi, minderim , camdan çocukluğum

Arnavut kaldırımında sekmece


Paşa mahallesi , Kurşunlu Külliye' ye açılır


Merdivenli kapıdan soru işaretleriyle bakış


Menzilhane , Sıbyan Mektebi , Kurşunlu Camii


Külliyenin kervansarayı Mimar Sinanımın eseri


Semahane , bir Mevlevi müziği


Ve o harika baş dönmesi


Lületaşı Müzesi , yaşayan el sanatları


Cam Sanatları Müzesinin görkemli evleri


Sanatın kırılganlığı , saydam rengi


Ve Cumhuriyetin Kadınları


Havuzun üzerindeki avize


Yeni , eski sanat


Yaşam Kalabak suyu ve Porsuk


675 m2 lik Atlıhan:


1850'den pazarcı , seyyah , köylünün konakladığı


Değişen el , terk ediliş , yangınlar


Avlu çevresi iki kat el sanatı


Lületaşı ; magnezyum ve silisyumun başkalaşımı , hidratlaşımı , deniz köpüğü


Zaman aşımı , el oyumu , yaradılış.


Köstebeğin yeryüzüne attığı efsane , delikanlının elinde oyuluşu ,


Güzel kıza dönüşü , aşk , o ince ayrımdan yürünüp , yitilen ...(**)


Lületaşı Müzesinin revak' ında yüzlerce seyir


Kent Park dörtyüzbin m2 , bitirmek ne mümkün


Botanik bahçesi gibi ve


Plaj var ya , görkem , nefes , kente deniz , nefis


Heykeller de geziyor bizimle


Savoza Bilim Sanat Kültür Parkı


Nasreddin Hocam göle maya çalıyor


Ördekler aldırmaz , balıklar turuncu


Nuhun gemisi boşalmış az önce gibi , bizi ağırlıyor şimdi


Korsan gemisi , gölet , su sporları


Harika tren istasyonları ve Fuarımın treni


Masal Evi Türkiyeden kuleleri birleştirmiş , şato olmuş


Konser alanı , anfitiyatro ...


Şelale , sonbahar yaprakları


Demli çay , çiğ börek ,


Tramvay karşınıza sürekli çıkıveren


Barlar sokağı , Haller Gençlik Merkezi , müzik


Geçilemez genişlikteki caddeler


Porsuk ve gondol sefası


Yurt içinde miyim ?


Böylesi temiz , öylesi modern , görülesi tarih , örülesi sanat : Eskişehir...









(*)Bizans Kralı'nın tek ve sevgili kızı bir cilt hastalığına yakalanır. Çağın hekimbaşı tarafından Eskişehir bölgesinde bulunan kaplıca önerilir. Kral kızı, 1-2 aylık tedaviden sonra iyileşir. Bunun üzerine kral ve kızı bu bölgede bir kaplıca inşa edilmesine karar verirler. Kral kızı, çok değerli olan küpelerini bu amaçla kullanılmak üzere verir. Küpelerden birisi ile hamam yapılır; diğer küpe ise daha sonra hamamın onarım ihtiyaçlarında kullanılmak üzere hamam direklerinden birine yerleştirilir. Kimbilir, ikinci küpe (veya bazılarının rivayet ettiği gibi yüzük) hala oralarda bir yerdedir.


(**)Bir gün genç bir çoban bölgenin Karatepe yöresindeki köylerine gitmektedir.Genç çoban yorgun düşer, acıkır, oturur, azığını çıkarıp yemeğini yemeye başlar. O sırada, topraktaki bir delikten bir canlının ak taş toprakları yüzeye çıkarmaya çalıştığını görür. Çoban bunlardan birine eline alır ve çakısıyla yontmaya başlar. İlk çakı darbesiyle taş birdenbire ayın on dördü gibi güzel bir kız oluverir. Kız dile gelir ve "Ah insanoğlu bana kıymasaydın!" diye bağırarak köstebeğin açtığı delikten içeri girip kaybolur. Delikanlı da kızın ardından başlar deliği eşelemeye. Günler geçer delikanlıdan haber alınamaz. Delikanlıyı arayan köylüler yerin yedi kat altında bu daracık kuyuda boğulmuş olarak bulurlar. Elinde sıkı sıkı tuttuğu ak taşları ile birlikte avuçlarında sımsıkı tuttuğu bir parça lületaşı vardır. O günden beri her lületaşı parçasında, çobanın ölümüne sürüklendiği sevdanın izlerini görmüş köylüler.

14 Kasım 2011

Kalbim Van'da, düşlerim o anda; ben...








Fotoğraflar:Onur Sandal







Deprem
içi dışı toz kokan
acıya boğan
ölüme yakın, kedere tutsak
yarınlara bırakılanların uzaklığı
çaresizliklerin tutsaklığı
herkesin aymazlığı
Van , Erciş , 23.10.2011
alttan gelen o darbe , korkunç ses
sallanma , ömrü tüketen ,
saniyeler , dakikaların yavaşlığı
bir o kadar salladığı
öyle şeyler geçer ki aklımdan , hiçbirşey
kaçmak var içimde , bir el çakılır
dünyan yıkılır
kaçar yer altından
ve alt-üst olursun
hayallerin yok , herşey yük başına
neredesiniz tek başınayım
korku , panik , yalnızlık , çaresizlik
nedir , bu duygunun adı yok
elektrikler kesildiğinde , üste yüklenen karanlık
hareketlenen eşyalar , ben soluksuz
korkudan , bildiklerimden , çaresizlikten , herşeyden
cenine dönmüş, o sıcaklığı arıyorum
toz duman, korkunç ağırlık
hiç ağır kaldıramam ki ben
yanımda olsaydın , bilinmeze gidiyorum , koca bina başımda
nasıl taşırım bunca ağırlığı
tek başınalığımda
çokbaşıma olsam farkeder miydi, yine de gitme
yıkılan bir bina, patlayan bir ağaç
yaşam ; bildiğimi elimden alıp,
bilmediğimi ; ölümü verme
sevdiklerim?
yok duymak istemiyorum cevabı.
kurtulanlar umuttasınız
acıya tutsak yüreğim , bilinmeze dar

kanayan bir Van öğlesi
kekik kokuyor ellerim hala
Van Denizim, hüzündesin
ürktüğüm yalnızlığıydı karanlığın
eskimiş yüzüm, karanlıklarda siyah
titrerim şimdi yaprak yaprak
kalbim sınırlarında değil
zorluyor bedenimi
kurağım , susadım
dünya sensiz karanlık , sustum
“Umuda bin kurşun sıksa da ölüm "diyor Nazım
gücüm yok büyük usta,
gücüm yok…
ne çok severdim salıncağı
ne çok
hafifliğimdi , yüzüme çarpan rüzgarın özgürlüğünde
içimde hop edendi
oysa şimdi
yeniden sallanacağız diye aklım gidiyor ...
o büyük yitim
var olmaya devam eden ama, artık farkedilmeyen
sesleneni duymuyorum bana
arayanım yok, hüzünde olmalı dostlar
sevdiklerim
yapamadıklarımla doluyum
sevemediklerimle , pişmanlıkla bazen
bu binalar mıydı sağlam
teknoloji , bilim , akıl , vicdan
neredeydiniz ?
coğrafya , iklimler , doğa
kısaca , bir derdi var hepsinin
vakit hiç geçirmeye gelmez
biz bozduk , alınan bizden
ve dağılır toprağa insan
geçti , gelme
kaç kişiydik , kaç kişiyle aynı kaderi , kederi paylaştık
gözümden gitmeyen yıkım , ses , korkunç karanlık
soğuk, çok soğuk bazen yaşam
anlamsız , değersiz , yalnız
nerdesiniz canlarım
anne, baba, kardeşim bir avuç yerde tutunamadık birbirimize
sesinizi verin , biz kalalım
acıyorum , kanıyorum , susuyorum bir Van ikindisinde
Van Denizim kederlisin sen de,

sabahlar olacak mı
yeniden kontrolsuz binalar , düzensiz şehirler ?
devinemiyorum , oksijen gerekiyor
yer yok ki zaten
ince bir sızıdayım
duyumsamıyorum
soru işaretlerini kaybediyorum
çok sevdiğim üç nokta zamanı
dönüşüyorum çığlığa
bir kanat oldum çok sevdiğim mavi gökyüzüne
bir kuyruklu yıldız
kuyruklu yalanların karanlığında
sadece ben değil , sen
ve başkasının acısıyla da ölebilir insan
düşünce üretemediğim iki karanlık arasındayım
kulak çözümde ayrılık
sonra, yine de ,
yapılacak işler arasına erteledim yaşamı
ben...
gözlerimi kapamadan, yok açık gitmeden önce...











BEYPAZARI..........


Kiremit tozu ,
Yeşil dağlar eşlik etti
Biliyor musun ?
Kayadoruğu Ülkesi Lagania 'dayım.
O doruktaki , doruğun düzündeki
cumbalı , guşkanalı caanım evler
Sıcak, beyaz ve ahşap karası
O kadar çok ve öyle güzel bakıyorlar ki
Asmalı , kolları açık
Çantı'lar ; hep yapacak birşeyler kalmalı, der gibi
Bir tarih arasındayım
Arasına bir ayraç koyup, erteliyorum zamanı.
Bürgü'lü başlar
Ninemden bir masaldayım
Kurşun dökülüyor nazara
Evet, bir gölge oyunu herşey
Gıcırdayan merdivenlerde
Çocukluğumun kayılası trabzanları
Yakalanmak merdiven başında
Ebru; renklerde kımıl kımıl
Ihlamur ağacından baskı
Dantel perdeler, gaz lambaları, ibrikler,
çevreler, yüklükler, fincanlıklar, dolap arası ...
Boş beşik, kimleri büyüten
Yaşayan Müze .
Kuru , kurular ,eller
Kurşunlu minare, ahşap minare
Hıdırlık Tepesi'nden kuşbakışı
Dinazor sırtı tepeler
Çay, salep, alıç
Göğse gümüş, kola bilezik, bele telkari
Kulağa unutulmaz küpe : Beypazarı.
Sokaklar taş
Taşı taşına , el arka bele
Keşfettiğim sanatlar
Gözü gözüne , gezi gezine dükkanlar
Güleryüz, tatlı dil , pestil
Gece,
Sıcacık bir soba
Ahşap ağaçları yaşayan tavan
Bağevi, bağlama, cümbüş
Saz, söz, dört kuşak
85 yıllık adımlarla oyun
Yörem, törem
Kına
Gelinim, kızım bin naz
Hem de şıkır şıkır
Çökertme, Harmandalı
Eller, kollar Beypazarı bilezik
Bir sağanak neşe
Tabakta güveçli pilav,
Kırmada sarma, tepside baklava
Fasıl kırmızı
İşte o zaman güzelliğin resmi.
Tarihe , kültüre, korunmuşluğa
Bilince, sevince, güzelliğe, gezmeye
Şerefe : Bize.

06-09 . 11 .2011


yok

Aşk yaralandı
Su aldı
Ve battı ...
Artık
Denizin derinliğinde
Çok sevdiği
Maviye tutsak .
Yüreğimde kimse yok
Çalma açamam.



Sarı
Sonbahar güzeli
Kırmızıya tutsak
Yeşile hasret
Sevgiliye özlem
Ayrılık...

10 Kasım 2011

ATAM...

Atam,
Bizler hazır bulduk senden Cumhuriyeti... Hazır bulduk, bugüne erişmemizi sağlayan herşeyi.Sözler verdik sana.Güvendiğin gençliğiz, "içinde bulunduğunuz şartlar ne olursa olsun dediğin.." Yaşanan süreçte yitirdiklerimiz var.Suçluyuz... Bizler biraz tembelleştik, adam sendeci olduk: Yine de; bir 10 Kasımda daha, gençliğe seslenişinin bilincindeyiz Atam,
"İşte bu ortam ve koşullar içinde dahi ödevin, Türk Bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır." diyordun ya, sadece bilincimizi arttırıp, çalışmak kalıyor geriye.
Seni çok özlüyoruz...
Işıklar içinde yat Sevgili Atam.

28 Ekim 2011





Ben kuleleri sevdim
Yıllara dayanan tekbaşınalığını
Bunca kalabalıktaki
Gel banalığı
Çekimi ...

Bir klasik müziğin
Tüm notalarını duyumsamak
Doruğa çıktığı haz
Dinginlik biraz
Bitişindeki hüzün
Ayrılık
Sesleri, yüzleri
unutmaya çalışarak
uyuduğum akşamlar
Ölüm
Pür neşe bir sabah
Yeniden başlangıç
Herşeye, yaşama.

13 Ekim 2011

...

Ay düştü suya

Yüzmesini biliyor muydu ?
Zamanı yetişmeye adımlayan
Ve sesleri , notaları
Ve renkleri , harfleri ...

07 Ekim 2011

...


Bir nöbet , o yerde yatıyor . Kimin nesi ? Kimin sevgilisi , kocası , oğlu , belki de babası ? Görseler aklı gidesi .
Belki de can yakandır sevdiklerinin yarısında ; olacağı buydu - birgün yapayalnız - denilen . Haklı haksız yargılanandır . Yaşayamazsın istediklerini her zaman ; özgürlük seçimlerinle kısıtlanır .
Anlamsız depremlerle vücudu sarsılıyor . Sığınma isteğiyle kasılmış sanki , yalnız ... Dişleri kenetli , çaresiz .
Yaşama , yaşanana , yaşamamaya ...

28 Eylül 2011

Basmane Oteller Sokağı ...




Hiç bilmediğim , bildiğimde tedirgin eden yaşamlar.Sokak değişmiş , eski güzelim yapılar biraz makyajlanmış.Olsa da insanların meraklı bakışları ve buraya gelmezdiniz soru işaretleri yüzlerde.
Fotoğraflar etkileyici.Yaşam ne kadar zor bilsen de , bilmediklerinle...
Eski bir konağın salonunda , yuvarlak penceresi önünde sandalyede oturan bir kadın. Kapının üzerindeki alınlıktaki duvar resmi hala yepyeni.Bomboş konakta o zamanlardan kalan tek şey bu kadın.Eski öykülerin kahramanı.
Yorgunluk , yoksulluk ; buna inat ahenk , renk.
Mülteciler , göç edenler , hayat kadınları kendi yaşamlarında.1800'lü yılların misafir ettiğini bilmekten uzak...
Çok uzak , odadaki dağınıklık , sefalet , lekeler ...
Geçmişin soğumuş kalmışlığı ...
Saçlarına kına yakılmış kadın , yanında elleri hala kına içindeki adam , oğlu gibi , gülümsüyorlar .
Gülümsemelerde de gizlenir mi bir acı ?
İzini bırakan fotoğraflar , Basmane Sanat Merkezinde ; beklemeseydiniz , gelemezdim , Basmane Garı önünde ...



Fotoğraf:Birol Üzmez

18 Eylül 2011

KARADENİZ BULUŞMA


Can meslekdaşların çağrısına uyduk, geldik.İyi de etmişiz hani ...
Can memleket , canlarla başka...

Anıların kapağını açtık, dağıldılar ortalığa.Gülüştük, söyleştik.Özlemişiz, ne çok

şey biriktirmişiz.Yok tasası, çok arkası.Oyy Karadeniz’in gümüş telleri…

Ayşe’yle Davut’ un emeği: Düştük mavi bir düşe, bakıştık göz olduk, söyleştik çok

olduk, paylaştık biz olduk.Maviye,yeşile, esintiye, Karadenize, sevgiye…

Neler mi yaptık:

Samsun’a ayak basınca, düşledim Atamı.Yüreğimde bir sızı…

Ünye’de önce dostlara açıldı kollarım.Sonra o güzel denize, şehre kuş bakışı, kanat

açışı gözlerimizin, yedik, içtik, büyüdük.

Dost omuz başları, özlemli bakışlar, meraklı- sabırsız sözleri : Bilmem nasıl

çekeriz bunca güzelliği?

At bindik çiftlikte, Adalı güçtü, çarpıntıydı, esintiydi.At bindik, Davut’u

yorduk; yorduk ama coşkuydu.

Yükseklerde, ağaçlar arası bir baş dönmesinden, denize açtık gözlerimizi, salıncaklarda sallandık, baktık Ünye’ye, geldik özleme son vermeye.Kurduk semaveri, içtik çayları, yudumladık sohbeti.Ağaçlardan süzülen telkari parıltı yol gösterdi, induk finduk bahçesine, dalduk harmana, yedik da!

Akşamında ışıltılı deniz, gökte ay, sofrada can yüzler, neydi o balığın bolluğu, bereketi, lezzeti.Sohbetimiz deniz, yüreklerimiz yeşil, gülüşlerimiz kahkaha, ermişiz dostluğa.

İyi uyuduk bu şölen sonrası.Bolaman’da Haznedaroğlu Konağı önü, deniz varendasında kahvaltı şöleni.Sonra tekne, değdi bir ömre.Kulağımızda kemençe, hep güzelliğe, hep maviye, yeşile.Çektik ağları, tuttuk balıkları, yapamadık horonları, kaldırdık kadehleri.

Yason Kilisesi'ne girdik, dalgaları ordan dinledik, bir fenere yürüdük, çardakta çayladık.

Ordu’da Boztepe’siz, şehri teleferikle seyirsiz olmazdı.Ne güzel manzaraydı.Ve Vonalı Celal’dan balık , yöresel katık ve martılara ermenin sırasıydı.

Akşamında “Kaptan” geldi.Espiriden, fıkradan, türküden, horondan bir şölendi, gören bize imrendi…

Eline koluna sağlık, bize yolları kısaltan Süleyman Kaptandı.

Yeşil, eril, diril, mavi,sahi, dahi, kuymak,uymak, yunmak dedik: Dilek ile Ergin’in ev sahipliğine erdik.

Ver elini “yali yali “Trabzon…

Sümela sevdasıyla düştük yollara, benim için bu kez de canlarla.
Kulağımda tulum, kemençe, yüreğimde bir hamsi.Yolca yürüyoruz çarpıntılı.O güzel sissin, yitmişsin.Sarp, kaya; içi göz göz devinim.Taş, taşına, saklana.Korunak, sığınak, tapınak.Erişilmez, terkedilmez, vazgeçilmez.Fresk, renk, tanrı, emek, dilek, sevmek demek.Ve herşeyden önce insan, inan..

İnince yine yöresel tatlı desteklemelerin bitmediği ziyafet..Fıkralar var ya o fıkralar…

Ve horon talimleri unutulmaz, en sonunda tulum türkü oldu, horon oldu adımlar, kemençe söz oldu.

Çamburnu'nda bir dar taş kapıdan çakıllara, dalgalara kadar indik, burayı da çocukça sevdik.Taşlar kaydı, sekti , dalgalara yürüdük, kaçtık.

Uzungöl’e gidişimiz bir coşku.Sözün , kemençenin, oyunların, anıların, bizim seslerden fıkraların,şarkıların, çocuklarımızın güzelliğinde.Yolu anlamadan, dereye, yeşile, çiçeğe, sise, göle, dolaşıp camiye, köye ermek.Gölden alabalığa dönmek.Çizgili yeşil çay bahçeleri: Çaylar gözlerden ellere üç yaprak düşünce demli. Çay bardağa düşünce neylerse güzel.

Üç ev, beş ev, bir cami köyler.Taneler kadar dağınık. Nasıl erişir, nasıl konuşur, nasıl söyleşirsiniz?

Geldi bir beyaz duman, Trabzon sabahına dayandı, Atamın Köşkü oldu. Trabzon demek, Atamın Köşkü : 1934 ve 1937 ' lerde konuk edildiği ve vasiyetini yazdığı...1890 dan kalma , kalorifer sistemi , kepenkleri , dört katıyla yaraşır dedirten.Bir haritada kaleminin izleri , yüreğe işleyen...

Trabzon demek , Ayasofya Müzesi demek , Ayasofya Müzesi ise ' Kutsal Bilgelik '...Adem ile Havva ' nın yaratılışından izler , kubbe altındaki renkli İsa ' lar , kurucu Komnenosların sembolü kartal ve kiliseden camiye Ayasofya...

Biz bir kemençeydik, horonduk, balıktık, martıydık, dalgaydık, yeşildik …

Ve bizim sevgimiz deniz, biz Anadolu Eczacılığız...

Öyle bir güzellik yaşadık ki ,her şeye değer.

Teşekkürler iyiki varsınız dostlar.

01 Ağustos 2011

SİSE, YEŞİLE, ÇİÇEĞE, MACAHEL'E...

İki damla yaz yağmuru
Günler uçarak geçiyor
Kaçkarlar ' a bile takılmıyor
Eksik olan gitmekti
Bir yarını burda bırakıp
Aşk sesizliktir , aşk Karadenizdir ...

Zamansız ama mekanlı olsun sende kayboluşum
Gökyüzüyle toprak arasında uzun uzun
Usul bir özlemle başladı herşey
İçine içine yuvarlandık isteyerek ...





Kars, Karsak,Khorsa,Khorzene, Karis Kalaki
Arpaçay çeviriyor Ani Şehrini
Ani, hani diyeceğiz, korkuyorum
Yıllar sonra
Her gelişimde bir eksik
Bir yıkıntı gönlümde...
Artvin'de cancuş erikli, tufaiyeli dondurma.


Dağ arası yol, yol çevresi orman
Orman içi ağaç
Ve yapraklarca mutluluğum
Sahara Vadisi sisli, kuzineli, bakraçlı
Çayla uğurluyor bizi.
Laşet'te sisin gelişiyle
Bulutlara bağladık geçmişi
Ardından bir rüzgar
İsimsiz-adressiz dağıtınca sisi
Bugüne kaldık.
Ormanda bir balkonum olsun
Bulutlara yakın..


Karagöl bir heyelan gölü
Uyuyan yeşilliğin koynunda
Kıyı, orman, dağ
Gölün içinde içinde
Kuğu kadar narin sessiz
Döndü çise yağmura
Birşeyle herşey arasındayım
At kuyrukları ilkel, yalın
Bu çise mi işleyen insanın içine gönlüne
Güneş şemsiyeleri, eğreltiler kocaman
Gölün yağmura inat sessizliği
Yağmur daireler çizdikçe
Susuz gibi, sessizce kabul ediyor yağmuru
İçime atılmış mektupları okuyorum
Şanslıyız yine
Yağmur sabaha bırakınca sözü
Gölde güneş parçaları
Görmediğim renkteki kuşlar
Duymadığım bir şarkıyı söylüyorlar
Sabah erken oluyor buralarda
Bir bulut pencere önünden
el ediveriyor
Yola koyul gönlüm :
Ağanoğlu Yaylasına çıkarken
sürüler kesiyor yolu
İsmail yolu açıyor, başlıyor bizim macera
Yürüyelim
Tutunup gitmeye çiçek çok nasılsa
Moru, pembesi, sarısı, beyazı, kırmızısı, mavisi, endemiği


Yaşamak bir sis gibi örtülü
Yol da öyle
Komarlar, dağ gülleri, gülümsüyor ıslak
Sarı, beyaz, pembe
2000 m.ler sonrası bitiyor orman
Bir saklanbaç oynamak
Yeşil, beyaz ve mor benim
Yeşilde gözüm, beyaz siste düşüm, morda gerçekliğim
Yar belli belirsiz sisten
Ama yeşil işaretli, çiçekli
Ve bu yazda kar
Çok mevsim
Kardan bozulan patika
Sisin sakladığı iz sürülecek yol
Yolu gizleyen komarlar
Açlığı besleyen kumanyalar
2350m.ler
Aman beyaz, sarı komarlara dokunmayın derken
Bir de baktık aralarındayız
Otingo Vadisinden
Yeniden Ağanoğlu Yaylasına dönmek
Beyazsu' ya ayaklarımızla erişemeden
Hotingo Ormanları Mikail'in direksiyonundan
Beyazsu yine bir sisin arkasında
Karçal' ı ara ara görmek siste
2200-2400m.ler ile Macahel'in en yüksek yaylası
Odalarımızda yanan teneke sobalar
Bir ranzam oldu, ağaç tavan atkılarına değen
Sıcak çorba, lobye, pilav, silor ve baklavayla
doyunca renklendi sohbet
Yıldız Buzul Gölü
Zorlu, yok erişilebilir , ikilemi
2747 m.lerden buz gibi, zorlu güzel
Siste, karlı dağda, binbir çeşit çiçekte, taşta
Ziyaret Tepesi 3200 m


Beyazsu dağlardan yaylaya iniyor gür
Şu yayla evleri de Beyazsu'nun mu derken
Bir daha dönüp bakıyorum ki ,yoklar
Yöre ağzıyla dumandan, bencileyin sisten
Sohbet şiveli, sohbet serin
Yeşil yuvarlanmalık
Şurası dediğim yer, uzak indikçe
Beyazsu'dan aşağı uzanan sırtlarda Gorgit
Gorgit, yürüyorum sana
Özgürleşme ve yenilenme bu
Bir çiçek açar , susar tüm doğa
Turuncu gelinciklere yatınca
Büyüyor gelincikler
Orman, dağlar küçücük arkada, dere tınıları fonda
Geliyor sis
Gök yokuş, yer ıslaktı
Göğe merdiven dayadık
Dereler aştık
Karlı eğimlerde el verdi arkadaşlar
Sivrisinekleri havalandırdık bataklıklarda
Kelebekler saçıldı çevremize
Ağaç sallardan merdivenler
Çamurdan kayan ayaklar
Köprü oldu kayalar sularda
Ve çiçekler, çiçekler şenlik
Dost omuz başlarıyla adımlar
Neler kabuk bağlamadı içimizde
Bu anıt ağaçlar gibi
Kaldı hepsi ıslak bir siste.
Karası deniz, yeşili ağaç memleket
Su damlaları memnun, toprağa düşmeden
Yeşil üstünde geçirdiği zamandan


Ve bizde Gorgit' e bir şölenle inmekten
2000m lerdeyiz, yeşildeyiz, çiçekteyiz
Kollarını açıyor kocaman ağaç pansiyon
Kuzine yanıyor gürül gürül bizi kurutmaya
Aylardan Temmuz, anımsatmalı mıyım?
Balkon boyu açılan masalarda
Manzaraya karşı al pullu alabalık
Neşeli ve hınzır tınıların zamanı
Gece gaz lambası alevinde şarkılar,sözler kalabalık
Tatlı yorgunluğumu çekiyorum üzerime
Gecenin ucunda gün aralanır
Peynirli yumurta :Mohrakuli, bal,reçel,mısır ekmeği:Cadi
Harika çaylar Gorgit manzaralı
Sonra eller kenetli bir Atabarı.
Bir dost, iki yeşil, üç sis, dört çiçek, beş Macahel
Bir parça gök
Dereler çağıltılı, yeşil çağrıda.
Tınısı yağmur kokan ses
Kıvrak güzellikler
Canıma bir can daha katan
Macahel'in kokusuna tutunmuş, gidiyorum
O kımıl kımıl yeşilde
Bir sürü haller içinde halim
Ağacım, yaprağım, çiçeğim, bulutum, çiseyim
Sesime konan, adını koyamadığım dizeler
İki damla yaz yağmuru
Günler uçarak geçiyor
Kaçkarlara bile takılmıyor
Eksik olan gitmekti
Bir yarını burda bırakıp...
Üzerimize doğru eğilen gölgenin de
Bir bildiği olsa gerek
Ne uzun ağaçlar
Bir çayı bardakta şekersiz karıştırmak
Neşemiz kelebek, herşeye konan
Ve arıların tadı kasede
Unesco'nun 22 bıosfer alanından bizim olana
Ayak izimizi bırakmak
Sisler, düzler, yazlar, güzler, bizler, Ebruli
Camili, Düzenli, Efeler, Kayalar, Maral, Uğur
Uzakta bir tanış bana el sallayan
Yeşilin koynunda huzur
Ayrıntı yada hiç olmamalı yaşam
Geniş bir büyü
Gidimimiz erimli
Göğü sise bürüyen bulut, sevdiğim
Camili, Maral arası yeşilden aralanan
Renkli Camii
Böylesi olmaz, renkli ahşabın, çok yılın...
Ve Camilidekinin
Ahşaptaki oymanın, yeşil, kırmızı, maviye doyması.
Akşamlar şölen
Cadi, malahto (cevizli kişnişli taze fasulye),
Lobyo phalay (fasulyeli karalahana), mohrakuli (yeşil domates kavurması),
Silor:Bazen tatlı bazen mantı doyumsuz hepsi.
Yaşlılar korosu çok sesli
Şaşıracaksınız
Sözlü, oyunlu, renkli
Herkesi oyuna alan, şiveli, Gürcüce bazısı.
Unutulmaya yüz tutan
Günlük yaşantı, köy imeceleri, düğün şarkıları
Geceyi ışıtan...
Tereyağını, puri (tavada buğday ekmeği) ye sürdük
Balın, çayın tadına vardık sabahları
Kuymakları, yağşi kveli' yi ( peynirli yumurta) uzattık çatallarda
Sonra ayaklara bindik, güzellikler gözümüzde


Maral Şelalesinin güzelliğini görmeye kaç var yeniden?
Savrulup yitmezsem bu güzel ormanda
Maral'ın gökkuşağında
Aşk sessizliktir, aşk Macahel' dir.
Çiçeklerle şımartılıyorduk arada
Bazen de gökyüzü gülümsüyordu, orman arası
Bir soluk, tek kişilik dik merdiven, iniş kaya, düz, dere
Maral Şelalesinin ıslatışı tenimi
Serin, dingin, soğuk
Bilmem nasıl taşırım bunca güzzelliği?
Hasan Bey kapmış karpuzu
Bir dereye sıraladı bizi
Yüzünün çizgilerinde yaşamın izleri
Sigarasının dumanı efkar değil,keyif
Derede ıslak bir kayanın üzerinde
Artık ne zaman bir keyif tüttürsem
Rüzgar esecek sanıyorum
Karpuz diliminde çocukluğum
Dere buz
Daldan, yapraktan düdük
Sakla beni düşünde
Yine geleceğim , çağır beni...
Yeni
Yeniye
Yenile
Karadeniz ödünç verdi yeşili gözlerime
Yeniden geleyim diye ...


Bu bir günceydi , gönlümceydi
harfleri çok yordum
ne kadar anlatabildim ,
şimdi bir susu-yorum arası
sizden ,
olur mu ?







26 Temmuz 2011

Karadenize...

İki damla yaz yağmuru
günler uçarak geçiyor
Kaçkarlar'a bile takılmıyor
Eksik olan gitmekti
bir yarını burda bırakıp...
Aşk sessizliktir , aşk Karadenizdir ...
Çatladı içimizin tomurcukları
geceyi sabaha bıraktık...
Gök yokuş , yer ıslaktı
göğe merdiven dayadık ...
Yar belli belirsiz sisten
yeşil işaretli , çiçekli
içime atılmış mektupları okuyorum ...
Yaşamak bir sis gibi örtülü
birşeyle herşey arasındayım...
Karadeniz ,
ödünç verdi ,
yeşili gözlerime
yeniden geleyim diye ...
Sakla beni düşünde
Yine geleceğim , çağır beni...
Karagöl bir krater gölü yeşilliğin koynunda uyuyan.Kıyı , göl , orman , dağ gördüğün.Kuğu kadar narin sessiz.Sisi çökünce üstüne , çise yağmura çevirdi.Birşeyle herşey arasındayım.Yağmurda ıslanırken, çamur, yaprak, köprü olmuşağaç gövdelerine dokunarak gölü çiziyoruz.At kuyrukları fışkırmış , ilkel,yalın, ama bugüne eren değişmeden.Ruyama da giriyorlar.Hiç böyle tad almadım ıslanmaktan.Bu çise işliyor insanın içine, özlem oluyor.
Sisin geldiğini görünce , bulutlara bağladık geçmişi , ardından bir rüzgar , isimsiz adressiz dağıtınca sisi , bugüne kaldık.
Usul bir özlemle başladı herşey , içine içine yuvarlandık isteyerek...
Dağ arası yol , yol çevresi orman , orman içi ağaç ve yapraklarca mutluluğum.
İlk gezi ağrımsın ve ne zaman düşünsem seni , gelmeye doyamadığımsın...
Zamansız ama mekanlı olsun sende kayboluşum.
Aylardan Temmuz , ama bilmem kaçı : Gökyüzüyle toprak arasında uzun uzun...
Usul bir özlemle başladı herşey , içine içine yuvarlandık isteyerek...
Dağ arası yol , yol çevresi orman , orman içi ağaç ve yapraklarca mutluluğum.

01 Haziran 2011

DRESDEN






İkinci Dünya Savaşının son günleri , Almanlar teslim olmadığı için : 2700 ton bomba , 3000 C ısı , 150bin ölüm , 18000 m* moloz ...
Küllerinden doğan şehir ...
Nasıl ayağa kaldırdınız ? Bir yap-boz muydu herşey ?
Elbe ise acının izlerini silmek istemez gibi , yavaş akıyor .
Acıya dönüyorum , heybete batıyorum .
Devine bir şehir .Enine boyuna , eskiliğine , güzelliğine , iç çektirişine , göz dolduruşuna hayran ...
Bu kez meydanlarda binalar kuşatıyor sizi . Gönlünüzle girdiğiniz , görsel hapishane . Esirsiniz bu güzel barok , rönesans binalara ...
Bruhl' un Terasından Elbe... Frauenkırche Kızlar Kilisesi , Krallık Sarayı , Katolik Katedrali , Zwinger Sarayı , Semper Opera Binası ...
Semper Opera Binası' nın yüzelli derece izleme olanağı yaratan Avrupanın en önemli bu sahnesinde bişeyler izlemek vardı ...






25000 meissen porselen karo , uzun bir sokakta duvarda . Muhteşem bir anlatım . 102 m. uzunluk , 9.5 m. yükseklikte , 957 m* ve 2500 karoda .94 kişi resmedilmiş ve hanedanın 800 yıllık geçmişi ...
Dresden aldı gitti beni , vermedi bir süreliğine . Klasik cheescake ve bir kokteyl eşliğinde , gözlencede önce ...Sürüklendiğim kalabalıkla izlencede sonra ... Bırakıldığımda meydandaydım , derken çanlar çalmaya başladı çepeçevre , ayrılık vaktini ...

25 Mayıs 2011

.....
.....
Viyana saraylarla yoğun , sanatla harman ... Şık , sosyetik Viyana ve işte Tuna .

Ünlü mimar Hundersvaser ' in yarattığı ilginç konut . Her şey tek tip olmamalı demiş ve eğri , birbirine geçen katlar , rengarenk bir ahengi yakalamış , çılgın .

Ressamlar hızlı , baron ve baronesler metalik ve sessiz fotoğraflar için , bir palyaço dalkavuk , sokak müzisyenleriyle cıvıl cıvıl yürüyen kalabalık .

Viyana şnitzeli , apple strudella ve sacher turta , olmazsa olmaz kahve .

Schonbrunn Sarayı göz almaz büyüklükte . St.Stephan Kilisesi görkemli , vitrayları harika . Opera Binası 1860 lardan ve her yerde klasik müzik tınıları . Bir konser izleyemediğime yanarım .

Svarovsky ' i unutmamalıyım .
Fiaker denen romantik ve şık faytonları da .

Gökyüzü bulutlandı biz Viyana ' dan ayrılırken . Biz de son güneş kırıntılarını da aldık yanımıza . Arkamız fırtına , boran ... Sarı kanolalar arası düşler akıyor ...

PRAG


....


Prag ' ın içime işleyen , güzelliğinden farkındalığı ...
Telkari parıltılarla salınan Vltava ...
Gökyüzünü delen , başına buyruk kuleler ...


Prag Kalesi denen , dünyanın en büyük antik kalesinden başlamak rüyaya . Buradan Prag ' a bakmak baş dönmesi .
Dokuzuncu yüzyıldan başlayan ilk kısımlar Vitus Katedrali ile onuncu yüzyıla , saray ile onikinci yüzyıla , gotik eklemelerle ondördüncü yüzyıla tarihleniyor . Ne devingen . Yürüdükçe , geçmiş bugüne yoğruluyor .
Devlet başkanı bugün de sarayı kullanıyor . St Vitus Katedrali ' nin kapısından yukarısını görmeniz olanaksız gibi , şapkanız düşüyor adeta . Olukları oluşturan mitolojik yaratıklar bir korku filmi karesinden fırlamış gibi uzanıyorlar bize . Karşıdaki tepede yeşiller arasında Eiffel ' in kopyası altmışiki metrelik Petrin Kulesi .
Pegasus olup uçmak isterdim Prag kulelerinden kulelerine ...
Prag Kalesinden kendimizi merdivenlere bırakırken Stare Mesto , yani eski kente ulaşacağımızı bilmenin sabırsızlığı . " Cevap sandığım şey çoğu kez sorudur " diyen Kafka ' nın şehrine ...

En çok kuleleri sevdim , Saat Kulesi ' nin Havarilerinin peşine takılıp giderken .
Charles Köprüsü ' nden düşleri ve altın şehri taşımak yük değildi gözlerime .
Bir dilek diledim , Charles Köprüsünde , herkes gibi ... Olacak ve tekrar geleceğim bu şehre biliyorum .
Polenlerdi üstümüze yağan... Kuleyle başlayıp , kuleyle biten bloklar . Parke taş sokaklar . Taş her yerde güzel .
Gotik katedraller ; kuleleri arasına yıllar sıkıştırılmış . Altın tınılı .
Kuklalar asılmış iplerinden , cadılar gülüşüyor süpürgeleri üstünde , küstah .
Sivri çatılarda gözüm kalır hep ve çatı aralarından bakınan pencerelerde de .
Bu güzellikten sırılsıklam olduğum evler arasında kaybolasım var . Ama izin vermiyor bu düzen , bu güzel caddeler , meydanlar ... Ve her yol Saat Kulesi ' ne çıkıyor saat başı ...
Havariler sıralanıyor , çanlar arası . Ölüm üstün geliyor , açgözlülüğe ve kibire . Ve bir Osmanlı korku . Kat kat Astronomik Saat Kulesi . Hiçbir şehirde saatler geçsin istenmez ; Prag ' da saat kulesi karşısında istendiği kadar .



Bohemya kekleri , pastaları , kahveler , kahveler ... Çek kristalleri , cam ve porseleni . Kuklalar , kuklalar ...Pilsner birası , Skoda . Müzeler , müzeler .
Koyu çoğunluklar ...
1200000 nüfus , 496 km* , yeşil , düzenli , kuleli güzellikten mutlu dönen beden , Vltava gezisi için gemiye yürüyor . Vltava ise Elbe ' yle buluşmaya akıyor. Tarçınlı , baharatlı harika bir likör ile karşılanıyoruz : Becherovka . Açık büfenin popüleri ördek . Yani ördekler Vltava ' da ve tabakta ayrı güzel , ben canlısını sevsem de .
Ve güverteden eşsiz Prag , akerdeon tınılarında . Vltava basamak basamak . Havuzlar doluyor , havuzlar boşalıyor gemimizin atlaması için . Vltava üstünde onu yürür gibi geçen , adımları suda tam onsekiz köprü . Köprülerde kah huzurlu , kah devingen heykeller , uzunnn lambalar .
Memleketine hasret Nazım' da Vltava ' ya bakmış , şiirler yazmış : " Prag ' da vakit şafak " diyor birinde ...
Eski kent , yeni kent ayrımı , bunca güzel korunmuşluk ile yaramı unutmadan yürüyorum.
O da ne , Hanuş Usta ' nın Astronomik Saati çalıyor , onbeşinci yüzyıldan . Yine önündeyiz : İki pencere açılıyor ve havariler geçmeye başlıyor . Saatin solundaki iskelet elindeki ipi çekiyor , sol elinde hayatı simgeleyen kum saatini ters çeviriyor . Korkunun simgesi bir Osmanlı , aynada kendine bakan kibir ve açgözlülük simgesi tefeci . En üstünden horoz ötüyor ve çan çalıyor . Güneş ve ayın konumunu gösteren kadran ve takvim kadranı , saatin dışında İbranice rakamlarla gerçekten görkemli . Zavallı Hanuş Ustanın kral , bir ikincisini yapmasın diye , gözlerini kör eder . O da kendini saatin mekanizmasına atar ve saatini bozarak ölür . Bu güzelim saatse elli yıl sonra onarılabilir ancak .



Koyu çoğunluklarda yalnızım .
Çek Gecesi bu gece . Neşeli , güzel müziklerle süslenen yerel danslar , gösteriler , otantik giysiler . İlk cümlesini başarıyla söyledikleri , Türkçe parçaları da unutmayıp , bizi coşturuyorlar . Yemek , nefis , patatesli , mantarlı yoğun bir sebze çorbasıyla başlıyor . Bir garson omzunda taşıdığı balon jojelerden çıkan ve eline dek uzanan cam borulardan beyaz ve kırmızı şarap servisi yapıyor , bir başkası ise ünlü biralarından . Ve bizim deyimimizle Osmanlıdan "kul aşı" , onlarda "gulaş" : Özel bir sosta parça dana etleri , yanında patates topları ve lazanya benzeri patatesli atıştırmalıklar . Tatlı olarak " palaçinta " var . Krep , içinde çilekli marmelat , çikolata sosu ve dondurmalı .
Uyuyabilir misin gece , seni de içine çekince ...
Prag dışına çıktığımızda , yemyeşil örtü , düzenli köyler . Sapsarı tarlalar , kanola .
Kanolalar hareketli rüzgarda , güneşle yarışıyor renkte ...
Şerbetçi otları tembel , sarılmaya bekliyor ipini ...
Gece , ay , ışıklar , kuleler , Vltava ; düşümdesin ...
Düşüm desin : Kristallerden yansıyan ışıklarla aydınlanır Prag . Ve ben Prag ile burada ...

18 - 22 . 05 . 2011


18 Nisan 2011

Allionai

Sağlık yurdum bize
Sütunlarım göğe
Gölgesi bugüne
Sevisi hepimize
derken...
Bozuldu büyü
Bir yarım su altında
İzin sinmiş suya
Zaman silmeyecek sesini
Gün ışığına hasret Allionai' im
Bunca yıl bekledin ışığı
Nymphe, Poseıdon'un kızı
Ve ben:
Poseıdon'u bekliyorum gözüm yolda
Çıkarlara, yanlışlara inat
Bu acının neresindeyim
Ve bu utancın?
Çaresizdir ağıtlar...
Herşey seninle ilgili
Bir varmış, bir yokmuş gibi
Büyük boşluk
Çığlığa dönse de yaşım
Üşüme sularda diye gelsin yaz
Şifayı al yine, bire bin kat
Seni tekrar görünceye değin
Saklıyoruz senden payımıza düşenleri
Sakla sen de kendini bize
Nymphe'nin hiç dinmeyecek göz yaşları
Yitmiş sevdikleri, yurdu ve sensiz
Bozuldu güzel büyü
Sular altında bırakıldı umutlar
Allionai' ı tırnaklarıyla kazanlara inat
Suya gömmek mirası
Yanlışa gömmek Allionai'ı
Yanıyor içim, dışım su
Tarihe kum
Sese su
Çağdaşlığa set
Yüreğim yarısı sular altında
Su hayat
Ama sevmiyorum Allionai üstündekini
Götürdüğü getirdiğinden fazla
En istediğimiz
Düşürüldü bizden en uzağa
Ne çıkar bilmesen adını
Öylesine yakınsın ki
İstemiyorum "korkuluk olmak"
Payım ayıbım
Ama bulanacak sular sürekli
Allionai ,
Allionai ,
Allionai ...
Allionai ......

11 Nisan 2011

GALENOS sempozyumu'na davet...

.

Şehrime gidelim birlikte : Yerinde kumlar esen , sulara karışan yürek ağrım Allionai’ ye de uğrayalım.
Söylenceleri dinleyelim.Ege ağzının dadına varalım gari.
Asklepion ve Akropol ’ e , Bazalika ‘ ya dokunalım sonra.
Hemşehrim , bana el veren belki de , Galenos’a düşsün usumuz.
En iyisi , tarihin kokusuna bırakın kendinizi , sonra rüzgarın sesine takılıp , Bergama ’ya bırakın herşeyi…


09/04/2011

SIĞACIK

Sığacık , " sığınılacak bir liman" ı çağrıştırdı bende ismi.Ve de öyleymiş.

İon medeniyetine ilişkin oniki şehirden biri.

"Bir gün denizciler Ege'nin dalgalarına kapılır.Fırtına onları gecenin koyu karanlığında yakalar.Hiçbir yeri göremediklerinden kurtuluş ümitleri kalmaz.Derken top biçiminde bir ışık belirir.Denizciler de bu ışığı takip ederek limana ulaşırlar"

Asırlık çınar ağacı geçen yılları anlatıveriyor bir solukta.

Geçen yıllara direnen kale , Kaptan Piri Reis'in önerisiyle yaptırılmış.

Kale içine bir yerel pazar sokulmuş.Doğal demet demet otları, yöresel ev yemekleri , el işleri , papatyalar , dağ orkideleri , kayısı çiçekleri...

İnsanların yüzleri güleç , her sergide bir davet.Daracık sokaklara doğru uzayan sergilerin dayandığı evlerin kimi bugünün , kimi kerpiç eskiyi korumuş.Uzzun duvarlar arkası avlular.Bir Sığacık karanfili takıyorum saçıma...

Ve Teos...

Antik dünyadaki Dıanysos için inşa edilmiş en büyük tapınak...Ama nerde...Geride binlerce yılın tanığı antik bölge.Bahar şenlikleri yapılırmış bu kentte.

Evet şenliğimizi yöre insanının sıcaklığında pazarda ve deniz ürünleriyle yemekte yapıyoruz



03.04.2011

TARAKLI

Yakınlaşan uzaklardandı uzaktan...Başı dumanlı dağlar arasından...



Dumanlı dağlar seni düşürdü aklıma yol boyu

Seni , Karadeniz' i

Başı dumansız olmamalı hiçbir dağ

Ve dumansız olmuyor hiçbir baş.



Yeşiller içinde içimi ısıtan 19.yy Osmanlı Evleri...Ahşap çatkı arası kerpiç dolgu , "eli böğründe" lere oturtulmuş katlı , çamur sıva üstü beyaz boyalı , kırmızı kiremitli , ahşap göz göz pencereli , cumbalı evler.Evler arası minareler.

Odun kokulu sokakları tırmanıp , konaklar keşfetmek.O konaklar ki yaşanmışlıkları saklıyor hala.Oyıllardan gözlüyor bizi cumba arkası hazeranlardan.İç geçiriyor besbelli...

Huzur , dokuma , kanaviçe , dantel , kaşıklar , taraklar , şimşir ağacı ve Taraklı.Safranbolu geliyor akla , zaman durmuş buralarda...

Çakıp sönen şimdilerden , o yıllara sürüklenmek...



Günlerce günlerce önceydi

Üzüm gözünü , gül yüzümde gördüğüm

ve ördüğüm umutlarımı

Gölgenin yüreğime düşüşü

ve güneşle gitmeyişi

Kentimden kaçarken de benle.



Kış gecelerinde dışardaki karlı soğuk , ocak başına dairelermiş herkesi.Bir sohbet başlarmış sonra : Yalaza... Ocak alaz alaz yanarmış , yalazlar atarak.Yalaz alevin ucu , alaz ise alev.Bir şeyi alazlamak ise aleve tutmak.Dostluk , birliktelik ,sohbet ve sözü alevlendirmek " yalaza " yı yaratmış buralarda.



Diyar-ı Akşemseddin Göynük...Kefeki taşıyla örülmüş Akşemseddin'in türbesi , Fatih Sultan Mehmed ' den miras.Cami hamam yanyana tertemiz.Altıgen Zafer Kulesi her yerden görülen.Solukla tırmanınca yanına , Göynük Deresi eşliğinde daracık saksı çiçekli sokaklar , çiçek açmış dallar arası yosunlu kiremitleriyle harika evler...Zemin üstü bir-iki kat , kafesli , cumbalı ,insancıl , sıcak...



Göynük 'ten Mudurnu yönünde ilerlerken , Çubuk Gölü sapağındayız.Toprak yoldan sonra göl.Yel değirmenleri.Yer yer karlar.Sonsuz sessizlik...



19/03/2011

FRIDA KAHLO...

1907- 1954

Birleşik kaşlarının altında , görmüş geçirmiş acının izleri...

Neşeli saçlarının altında , kaderin kederi...

Kendi gerçeğini resmeden , fiziksel ve psıkolojik acının dalgaları ; umudu ve çabayı canlı tutan.İsmi gibi , bağımsız , kalıpsız kişilik , trafik kazasının yaşamını delip geçişi.

" Gündüzlerinin ve gecelerinin celladı " aynaydı , tavandan acılarına bakan ve resimlere başlamasının nedeni belki de...

Sıradışı bir kadın , bir sanatçı...Anlamlar , semboller , içtenlik , yalınlık , sakinlik, Meksika...

İstanbul, 19-20.03.2011

25 Şubat 2011

Uzaklar

açsam penceremi
girer mi özlediğim şehirler camdan
yasam gibi sıcak canlı
renkli
geliyorlar
yada gidiyorum ben.


İçimden geçenleri bıraktım yollara… O'ndan,bu içimi ısıtan duygudan; içimde yaşattığım özlemden, özlemin biçimlendirdiği düşlerden memnunum...
Kendimden, kentimden yola çıkıp; başka insanlara kentlere ulaşmak.Yada tam tersine...
Otobüsün kımıltısı ,kulağımda bir müzik, düşlerin kapadığı gözlerim ve uyandığımda Urfa’daydım.



Hani alevlendikçe ateş, kımıldar ya odunlar, öyle kıpır kıpır balıklar, dışardaki insanlar kadar.
Odunlar ve ateş kıyamamış ya Hz. İbrahim’e: O günden bu yana balık ve su olmuşlar Urfa’da.
Bizler de, iyilikte su gibi sonsuz akalım, öfkede kıvılcım gibi çabuk sönelim, sevgide balık olalım kıpır kıpır hiç dinlenmeden.Bu peygamberler diyarına inat.
Gecelerden bir gecede sıra . Sıra sıra dizildik sıra gecesine .Gökte ay , saz oldu söylenceler , söz oldu beğenimiz , türküler , halaylar . Ses güzelliği buralarda “isot”tanmış…Omuz omuza , diz dize , söz söze , ama en önemlisi biz bize …



Sular altındaki tarih…“Şu Fırat’ın suyu akar derindir, oy oy oy…” Siyah gül ve Mezopotamya Sümbülü biliyormuş gibi bakıyor sulara gömüleceğini.
Beline dek su içindeki hayalet şehir artık Halfeti . Tekneyle gitmek , güzel görselliğe rağmen , üzüntüden bitmek . Halfeti , camisiz minare . Öylece bakıyoruz boş evlere . Yemyeşil yaşamı veren su , bir taraftan geri almış . Artık kader olmamalı bu ikilem .






Ve Antep:
Antepte tarih, Antepte Gazi
Geze geze bu engin denizi
Antep eski yerleşi, kültür yolu , izi
Mutfak, hamam, avlu ; hayat
Kale, taş evler, hanlar
Lonca:Bakır, yemeni, sedef, kutnu
Evler; karataş, kıymıh taşı
Üstü kiremit, kırma çatı
Mağarada küpler; pekmez, zeytinyağı
Merdivenler ev dışı
Bu evleri gönlünde taşı....
Fıstık, baklava, menengiç kahvesi
Ve Gaziantep aşı
Ayrılık gözümün yaşı





Zeugma ; mozaik mozaik.Bakışında izlerken bizi mini mini taşlarla...Saz oldu söylenceler, söz oldu beğenimiz, düş oldu Zeugma...




Diye sızlanırken Harran Ovası açıldı gözlerime.Harran uçsuz bucaksuz bir yeşil deniz; gökyüzünü kucaklayan.
Bindirme teknikli , külah evler.Ağaç yoksa tuğla var; yaza-kışa uyan.Tevrattaki “Haran” mısın?Sin tanık gizemine.Sümer ve Akat dilinde “Haran-u” Seyahat-kervan veya kesişen yollar-şiddetli sıcak demeksin…
Suya susamış topraklar artık yeşil.
Çocuklar boy vermiş ekinlerden önce Harran’da.Ve yine onlar yetişiyor otobüsümüze havalanan kuşlardan önce.
Çiçek çiçek çocuklar:Rengarenk gözlerinde uzaklarda bir düşü büyütüyorlar.Elime uzanmak istiyor, sorularıma sıcaklık arıyorlar.Yarışıyorlar birbirleriyle, bizleri paylaşmak için.Başka bir dünyadan gelmişiz gibi.
Başka bir dünyadan mı geldik yoksa?
Harran’da ekinlerden önce boy veriyor çocuklar.Bu kadar çok olmamalılar oysa.Elleri büyümüş önce
Kızların, anne olmuş.Gözleri yeşil mi yeşil Harran’a inat; mavi mi mavi gökyüzüyle birleşmiş.



Ayakları çıplak kırmızı toprakta.Ben üşürken onları öyle görünce, sordum üşümüyorlar mı diye, o da bana sordu, neden üşüdüğümü! Dünyanın bütün çocukları buluşup yüzünde güldüler bir an; kayıtsız, kaygısız.
Karar verdim o an: “Büyüyünce çocuk olucam ben de!”
Üşümüyor Harran’da çocuklar, bir an yorulmuyor otobüslere koşmaktan, bıkmıyor anlatmaktan küçük
rehberler.Ellerimi çiçek dolduruyorlar, ne güzel dedim diye birine.
Diliyorum sevgi tohumu atsınlar, bu çocuklar bu topraklara....

Yine gece ve düşümdesin..
hangi rüzgara binip gittin şehrimden
gözlerimi görmüyor musun
sözcüklerimi bekleme derken
sınıyor musun deneme gücümü...



Bir gün daha ve Mardin:
Gece gerdanlık, gündüz mezarlık dediler Mardin’e.
İlki doğru ya ikinci yargı?Taş sanat olmuş dün, bugünse tarih.Motifse motif, çiçekse çiçek, hiç yıpranmadan.Mekan olmuş dünde ve bugünde insanı kucaklayan.Taşlarca bir şehir, bir güzellik, bir anıt.Kilise ise kilise, cami ise cami.Biz de taşa ve gümüşe mi işlesek hoşgörümüzü, Süryani ustalar gibi?
Yagmur çiseliyor...Suya dönüyor gökler, içim, gözlerim...



Hasankeyf, keyif ile Dicle’yi seyrediyor.Mağara evleriyle labirent gibi.Neler yaşanmış bugüne kadar?




Tatvan’da karlar örttü tüm düşüncelerimi bembeyaz.
Sonra bir mavilik açıldı düşlerime ve gözlerime yayıldı: Van Gölü.Almadı gözlerim hepsini.Akdamar Adası’na tekne keyfi ile geçerken, aynı günde güneş, yağmur, kar diye düşündüm.Doğayla yarışmak olanaksız.Akdamar’da:
Adem ve Havva, karlı Süphan’ı gözlüyorlar, kilisenin kabartmalarından.Bir tansık gerçekleşseydi de,
bizi o günlere götürse yada Adem ile Havva’yı bugünlere getirseydi!











Yine bir deniz çagırıyor beni sana gelmeye...
Söze dökmeliyim yüregimin çarpıntısını,
kül rengi bir kedere batmamak için...
Ve Nemrut’a hazırlamalıyım kendimi...









Bu gece düşümden Nemrut uyandırdı beni.Uyuyan kimdi zaten sazın, sözün güzelliğinden?Ayaklar yorgun, yürekler çarpıntılı tırmanırken zirveye,tümülüsün taşları oya oya dökülmüşler patikaya.Burada güneş olanca güzelliğiyle tarihe doğdu.Çevrede yürüdükçe karın hışırtısı, gözleri alan beyazlığı.
Heykeller bizden ulu.Hangi bilim, hangi teknik ile kesmişler dağı, bu heykelleri nasıl işlemişler, bu tümülüsü nasıl yığmışlar?Yine aynı duygu: Bu insanlara kim yardım etti o yıllarda?
Adı yaman gerçekten…Kommagene Krallığı, bir dinin doğuşu, zorlu savaşlar, büyük sevinç ve hüzünler.Tüm dünyaya hükmetme ve ölümsüzlüğe ulaşma isteği.Vasiyet.Güneşin doğuş ve batışına el uzatmak.Bugünden ne farklı?Orion ve Sirius’da saklı sır.Heybetli dağ…
Kalbim Nemrut’ta kaldı!!

Fırat’a ve Dicle’ye karışmış tüm sırlar, öyküler delice akıyor.Ben de düşüncelerimi bıraktım bu karşı
konulmaz akışa. Kendimden, kentimden yola çıkıp; başka insanlara, kentlere ulaşmak; yada tam tersini yapmak…
Memleketimi; önce görerek, sonra düşümde ve güncemde yazararak...
“Bu memleket bizim!”Çoğalalım, zenginleşelim, öfkelenelim, sarsılalım, aydınlanalım gördüklerimizle.
Bu memleket bizim!

25 Ocak 2011

Canım kardeşim...

Özlediğim ,
Sevdiğim ,
Paylaşımım ,
Herşeyim ,
İyiki doğdun...
Uzaklıklar büyütüyormuş sevgiyi
Uzamım olansın.
Gecede yıldızım ,
Karda çiğdemim ,
Rüzgarda denizim ,
Umudum , gül bahçem...
Gökyüzü dar , mavi gözlerine yaslandığım .
Sürmez çoğa ,
Karşılaşmamız an .
Aradaki boşluğun adı
Sen ...
Çağrıştırır özlemleri
Ben ...
İçtenliği
Can ...
Bidenem ,
Çooocuuumm ,
Gel gibi !
Kal gibi !
Bu sevgi ,
Cam kırığı gibi

20 Ocak 2011

Kıbrıs...

Acı , kayıp , zafer yanyana ...
Bir tarafımız kanarken , öbür tarafımız sarılır
Bir tarafımız ateş , öbürü kül
Unutmayacağız.
Türkiye , deniz , yavru vatan , yarım , sıcak .
Dalgalı köpüklü deniz , Beşparmak dağları
İsimsiz acılar
Adaletsiz savaş , kadınımıza , çocuğumuza erişen
Boş evler , boş köyler
Askerler , canlar
Unutmadığımız acılarla bugün
Güzel Kıbrıs , yavru vatan .

Kıbrıs , 13-16.01.2011

Olyat


Efsane bu ya ,
" ölyat burada " denen
düşmüş bir cennete
su gibi
mavi gibi
yeşil gibi
bu dünyayı cennete çeviren su
yağıyor gökten ve yerden
bilene...
su , ölümüne gelinen
su , olumuna varılan
Olyat
suya dönüyor maviye
yeşile duruyor ağaca
güneşe boğuluyor sarıya
karla beyaza...
maviye çalan düşüm su
su dinginliğim
ayağım kuru yaprak
başım ulu ağaç
su için
su içim
su biçim
susuz hiçim
su im
su ...





ırmağım
derem
çağlayanım
içtiğim
yunduğum
yağmurum
karım
çiğim...






su
sunulan
sulanan
yunulan
umulan...


Bursa, İnegöl , Olyat 21-24.12.2010