06 Ekim 2019

liviv ve kiev

           Bu gün günlerden Kiev.
İki saatlik UAI havayolları ile Kiev Borispo hava limanındayız.Otobüsle 4o dakikada Railway staton a ulaşıp arkadaslarımızla buluşuyoruz.
           Özlem gidermece arasında, kaçamak bakışlarla şehirde geçtiğimiz yerleri kaçırmamaya çalışıyorum.Çok acıkmışsınızdır diyorlar, gezmeyi özlemişim; farkında bile değilim.
Kiev mutfağından kiev tavuğu, mantı, ıspanaklı krep ve tavuklu ıspanak ile doyuyoruz.Yeni bir öneri geliyor:Ünlüdür görmelisiniz diyorlar; Mafia' ya gidiyoruz..Mafia bir bar restoran, adıyla ilgisi olmayan şık ve zevkli bir dekoru var ; filtresiz alkollü birası süperdi.
Kiev de şehir dışındaki otelimizde bir gece konaklayıp, sabah Liviv'e yola çıkıyoruz. 
          Yollar çok rahat, 3er şeritli bölünmüş yol, trafik kurallarına istisnasız uyuyorlar.Yol boyundaki köyler, tarlalar, ağaçlar, şekilden şekile giren bulutlar, müzik, molalar ve sohbetle 6 saatin nasıl geçtiğini anlamadık.Harika bir yolculukla:

Ve Liviv      
Kalabalık alanın üzerinde bir heykel göze çarpıyor ve çok sevdiğim taş mekanlar, sokaklar görülüyor.İncecik bir yağmur var.
Mimari anlamda Liviv, Orta Avrupa kentleri ile benzer zenginlikte.Ama görür görmez şu düşünce oluşuyor;  tarih, samimiyet ve minyatür bir şehir havası.Arabamızı parkederken kitap sergisi olduğunu fark ediyoruz.
Evimiz Rynok Meydanında.Ev sahibini arıyor ve buluşuyoruz.1800 lere tarihli bir bina.Giriş kapısı gösterişli.Ama girince şaşırıyorum.Bakımsız ve karanlık.Gıcırdayan ahşap mrdivenler ve harika ahşap trabzanları var, bıraz tozlu ve korku filmi gibi.Burada apartman girişleri ile ilgili bakımı yapan şehrin muhtarı diyebileceğim biri varmış.Bakım daire sahiplerinin katkısı ile yapılmıyormuş.Bundan biraz bakımsızmış.Dairemize çıkınca fikrim değişiyor.Minimal döşenmiş, kullanışlı.Bizi gezdiriyor, bilgi veriyor, anahtarı bırakıp gidiyor.Hemen dışarı çıkıyoruz.Çok merkezi bir yer seçtiğimizi bilsem de şaşırıyorum.
Rinok (Rynok,Pazar) Meydanı;  Her yere buradan ulaşabilirsiniz.Oldukça renkli ve hareketli, taş sokaklarda tarihin içindesiniz.Kentin genelinin aksine buradaki yapılar Gotik mimaride  inşa edilmiş. İnsanlar cafelerde ve sokakları turluyor.Hediyelik eşya dükkanları, sokak müzisyenleri ile neşeli.Evler biri dışında 3er pencereli.Araziler o kadar pahalıymış ki, cepheler dar, ince uzun inşa edilmişler.Harika bir renklilik katmış.Tek bir yapı daha geniş o da zengin biri ve kraliyet izniyle yapılmış.Eski Kent’in tüm detaylarına hâkim olabileceğiniz bir kuleye sahip Lviv Belediye Binası, bu meydandaki en önemli yapı konumunda. Belediyenin içinde labirent gibi dolaşıp, Ratusha Kulesine giden girişi buluyoruz.20 Grivna karşılığı nefes nefese 300 basamağı adımlamaya başlıyoruz.Ahşap trabzanlara dokunmak çocukluğumdaki evimizi anımsatıyor. 160 yıllık bir tarihin içindeyiz.Çanlı saatin işleyişini kuleyi tamamlamaya 1kat kala seyrediyor, soluklanıyor ve o güzel manzaraya kavuşuyoruz.Sokaklar, binalar, şehrin düzeni ayaklarımız altında.
         Meydanda gastronomiye meraklı gezginlerin ilgisini çekebilecek yer  Çikolata Müzesi var.Kakao çekirdekleri, bir sürü makine, leziz çikolatalar.Hemen yanında hediyelik eşya dükkanı.
       Benimse ilgimi en çok Eczacılık  
Müzesi çekti..Eczane levhası var kapı gösterişli.Bizim gibi vitrini falan yok.İçeri girince benim için şölen var; ahşap raf ve dolaplar, drog kavanozları, porselen kavanozlar, çekmeceli bugunun kapalı sistemine ilham veren dolaplar , tavanda aynalar ve banko arkasından hizmet vermeye çalışan 3kişilik bir ekip diyerek ,büyülenmiş gibi bakınırken; bankonun yan tarafından aldığı biletle eşim iç kısmı işaret ediyor.Aman allahım dahası varmış.İç içe iki oda, eczacılık tarihini anlatıyor.Kocaman havanlar, kapsul, pilul aletleri, eskiye dair pek çok şey.Buradan basamaklarla bir üst kat çıkıyoruz.İç avlu yemyeşil saksılar, sarmaşıklarla çok düzenli, karşıda bitkilerle , kazanlarla, bir ocakla birlikte epey eskilere götüren loş, nemli, biraz gizemli ve küçük bir çarpıntıyı kalbe bırakan bir oda.Sonra bizi bahçeden eczanenın yan kısmı olduğunu anladığımız bir girişten yan sokağa çıkardılar.Hala rüyadayım.Adeta mesleğimde bir zaman yolculuğuydu. 
       Pazar Meydanı’nın güneyinde  Bernardine Kilisesi var.Bir ihtişam bir ihtişam.Domınıcan katedrali altın kuleleri ile her yerden görünüyor, Ermeni katedrali, st.Peter kilisesi, Dormition katedrali, 1360 tarihli Latin Katedrali ile bahçesinde Metropolitan Sarayı’nın bulunduğu St. George Kilisesi de mimari bakımdan güzel dini yapılar. Ermeni kilisesinin , karşısındaki bir bankta soluklanmak iyi oldu.Bakmaya doyamıyorum.
      Bugün programımıza vakit kalsın diye bir taxi ile kaleye gidiyoruz. Lviv High Castle Park.Yemyeşil bitki örtüsü ile kaplı patikalarında ki merdiven ve yol olarak düzenlenmiş, yürüyüş yaparak bir zamanlar burada olan kaleden söz ediyoruz.Zirvede  bir televizyon kulesi, Lublin Birliği Höyüğü ile yanyana.Buradan da şehri görmek, izlemek güzel. Ama favorim Belediyenin kulesi.
        Bir sürü güzel cadde, sokak ve ev geçip, Opera Binası na ulaşıyoruz.Önünde şık kişiler bekliyor.Sanatın yaşaması çok güzel.Neo Rönesans tarzında binanın dış cephesi kemerli ve sutunlu pencereler, üstnde heykellerle, hayat kısa sanat uzun dedirtecek güçte.Altından nehir geçiyormuş.Önündeki havuz ve onu caddeden ayıran bu düzlükte opera binası çok güzel.
       Farklı milletlerden insanların yüzyıllardır beraber yaşıyor olması ve komşu devletlerle yakın ilişkileri, kültürel anlamda Lviv’in zengin bir kent haline getirmiş.Herkes saygılı. Trafikte ve kurallara uymada çok iyiler.Cadde boş bile olsa yaya geçitlerinde ışığı bekliyorlar.Ülkemde özlediğim şeyler bunlar.
Gerek eğlence hayatının günlük yaşamla iç içe olması gerekse de küçük yüz ölçümü ile  bir sıkıntı yaşamadık.Her anımız dolu geçti, geçirdik.Oldukça kalabalık ve bu daha çok turistlerden kaynaklanıyor.        Sevdiklerimden oluşan bir listem var.
·         Rinok Meydanı’ndaki Lviv Belediye Binası‘nın kulesine çıkıp, çevrenin eşsiz manzarasını izlemek
·         Bir şeyler içmek istediğinizde kentin en gözde mekânları arasında sayılan ve çeşit çeşit biraların servis edildiği Pravda Beer Theatre‘a gitmek.
·         Kentin simgelerinden biri olan Opera Salonu’nu ziyaret etmek.
·         Lviv High Castle Park ta yürümek ve kahve molası
·         Sokaklarda gece bir birayı yudumlamak
·         Sado mazo cafenin kırbaçlarından nasibimizi alıp, yer bekleyip paramızla kırbaçlanmamak için koşarcasına kendimizi dışarı atmak.
·         Eczacılık müzesinde zaman yolculuğu
·         Troleybüslerdeki şoför teyzeleri izlemek
·         Taş sokaklarda sekerek yürümek
·         Puzata Hata adındaki mutfağı keşfedip, Ukrayna mutfağını tatmak
·         Cruasan Liviv deki lezzetleri tatmak
·         Vişneli, mantarlı, patlıcanlı ve balıklı böreklerden yemek
·         Bir şehir pazarı ve antikacılar çarşısı bulmak
·         Sokaklara taşan şarap mekanları
·         Bir cafede milongaya rastlayıp dans etmek
·         Bu listenin uzayacağı kesin
Ukrayna’nın kültürel anlamda başkenti sayılan Lviv’de Sovyet esintilerinin en yoğun şekilde hissedilebileceği konu, hiç kuşkusuz ulaşım. Çünkü hem havaalanı transferinde hem de şehir içi ulaşımda kullanılan birçok ağ, kentin Sovyet yönetimi altında olduğu dönemde kurulmuş ve araçlar da oradan getirtilmiş.Temiz sokaklar, saygı ve kurallara uymak, minimal yaşamlar da bundan.Ulaşım deyince en çok troleybusleri sevdim.Üstelik genelde 70 yaş üstü hanımlar kullanıyor.Şık ve makyajlılar. Taxi kullanmak için uygulama yükledik.Haritadan nereye gideceğinizi seçiyorsunuz, size yakın taxıler ve fıyatları çıkıyor.Taxıyı seçince sizi konumunuzdan alıp istediğiniz yere bırakıyor ve ücreti yol sonunda telefonunuza geliyor.Harika bir uygulama bu.Şehir içerisinde ise toplu ulaşımda troleybüs ve otobüslere ek olarak tramvaylardan da faydalanılıyor. Rinok Meydanında konakladığımızdan kenti yürüyerek keşfediyoruz. Böylece günlük hayatla da iç içeyiz.
Yürümek size zahmetli gelirse ulaşım aracı seçiminde önceliği tramvaya verebilirsiniz. Nostaljik araçlar vasıtasıyla kentin çeşitli noktalarına ulaşım, 11 hat üzerinden gerçekleştiriliyor. Şehir içi ulaşımın bel kemiğini ise çevreci troleybüsler oluşturuyor.

Parkın İçindeki Özgür Şehir; Kiev


       5. yüzyıla kadar uzanan geçmişi ile Kiev, Doğu Avrupa’nın en eski şehirlerinden. Slavlar,  Moğollar,  Litvanya Dükalığı, Rus İmparatorluğu derken II. Dünya Savaşı sırasında şiddetli çatışmalara sahne olan Kiev, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çökmesi sonucunda bağımsızlığını ilan eden Ukrayna’nın başkenti haline gelmiş.
        Arabayla Kiev’e geçerken; görkemli taş binalar, geniş caddeler, uyumlu huzurlu trafik, parklar ve bahçeler tüm güzelliklerini sergiledi.
       Dairemiz Dinyeper Nehri’nin batı kıyısında, ünlü
Kreşatik Caddesinde (Khreshchatyk) yer alıyor. Bağımsızlık Meydanı hemen sağımızda, Zaranın üzerinde dıştan yine tarihle süslü harika bir binadayız. Kiev’de  internetin güvenilir rezervasyon sitesi olan Booking.com üzerinden yaptığımız Partner Hause adlı bir şirketten oda, mutfak ve banyodan oluşan sevimli bir dairedeyiz.Binanın dışı ne kadar tarihse içi o kadar modern döşenmiş.
Yine Liviv’deki gibi, kocaman, ağır ve zor açtığım otomatik, demir süslü bir kapıdan geniş bir giriş, merdivenler ve hemen solda asansör var.Yine bakımlı diyemeyeceğim bir giriş.Her seferinde bu girişleri harap görüp, nasıl bir yerde konaklayacağız diye sorularla dolu dairemize ulaşıyor ve ancak dairemizi görünce  rahatlıyorum.Manzaramız da çok güzel ve çiçekli bir balkonu var.
      Vizesiz seyahat edebileceğiniz tatiller arasında olan Kiev’de, gezilecek tarihi yapıların büyük çoğunluğu ya Sovyet esintileri ya da Ortodoks mimarisinden izler taşıyor. Bunlara ek olarak kent merkezinde bile 
Goethe‘nin neden “parkın içindeki şehir” yakıştırmasını yaptığının kanıtı olan, huzur veren  geniş yeşil alanları görebiliyorsunuz.
    
Gezi listemizin ilk sırasında yer verdiğimiz Khreshchatyk, kentin ana caddesi olma özelliğini taşıyor. Çevresindeki binalarla beraber II. Dünya Savaşı’nın ardından Stalinist mimariye uygun şekilde yeniden inşa edilen cadde, günün büyük bölümünde canlı atmosfere sahip.İlk bakışta kocaman taş bloklardan binalar var, pek çoğu aynı  renk taşlar bunlar.Binaların ilk iki katı sonrası süslemeler başlıyor; sütunlar, heykeller gibi. Cadde üzerinde yer alan en önemli turistik mekânsa Bağımsızlık Meydanı.Ukrayna tarihine damgasını vuran birçok protesto gösterisinin gerçekleştirildiği meydanın ortasında Başmelek Mikail’in tasvir edildiği yüksek bir heykel var. Alanda ayrıca kentin kurucularına adanmış anıt da oldukça ilgi çekici.Sergi için sanıyorum, kocaman demir üzerinde insan figürü olan plakalar yerleştirmişler.Bunlar meydanın görkemini engellese de, basamaklardan oluşan havuzdan akan sular, meydanın hemen yanında çiçek bahçesi olan alandaki kocaman saat,  her şey görkemli.Hemen karşıdan görülen fıskıyeli havuzların olduğu alanda, geceleri ışık ve müzikle danseden suları izlemek çok keyifli.
Caddenin bir ucunda kapalı 
Besarabsky Pazarı diğer ucunda ise Bağımsızlık Meydanı yer alıyor. Besarabsky Pazarı, ucuz sokak yemekleri, renk renk turşular, otantik tatlar ve  kahveler, sebze ve meyvelerle dolu.
       Kreşatik Caddesinin en güzel özelliklerinden biri ise hafta sonları belirli saatten sonra trafiğe kapanıp sokak sanatçılarına, konserlerine ev sahipliği yapması. Pazar günü caddeyi böyle kapalı yakaladık ve  hava karardıktan sonra da cadde boyunca dolaşmak oldukça keyifliydi.


                   Kreşatik Caddesi’ne yaklaşık 
10-15 dakikalık bir yürüyüş mesafesinde Ulusal Opera Evini  görmelisiniz.1867 yılında açılan yapı, Barok tarzının güzel örneklerinden. İçerisinde Güzel Sanatlar Müzesi yer alıyor.
                 Operayı geçtikten sonra
, Altın Kapı’yı görüyoruz, 1024’te inşa edilen ve şehrin ana giriş kapısı olarak kullanılan Altın Kapı (Zoloti Vorota-Golden Gate), şimdilerde müze olarak hizmet veriyor. Etrafı parkla çevrili olan kapının surları başta savunma amaçlı inşa edilmiş olsa da bu surlar günümüze kadar gelmeyi başaramamış.Çevresindeki minik park dinlenmek için ideal.

                    Bu gece degişik bir rotadan yürüdük Kreşatik Caddesinin sonuna kadar geldik, sol köşede Arena City isimli bir bina var.Burada birçok gece kulübü ve restaurant var, gece kulübüne davet eden 3 kat topuklu asortik bir bayandan başka, şu an kimse yok.Oysa gecenin ilerleyen saatleri ve hafta sonları oldukça hareketliymiş.

İlginizi çekiyorsa, Pivarium, Solomyanska Brovarnya, Shato, Syndicate biralarını kendi yapan Kreşatik caddesindeki mekanlar.Filtresiz bira ve karamel renkli bira deneyin derim.

 

St. Sophia Katedrali yine merkezde bulunan yürüyüşle ulaşacağınız  en meşhur kiliselerden biri. St. Michael Katedrali ise, St. Sophia ile karşı karşıya.  Her iki katedralin de kapıları karşılıklı birbirine bakıyor.  St. Sophia Kilisesi, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.  Aziz Sofya Katedrali (Saint Sophia’s Cathedral) ismini Ayasofya‘dan alıyor.  Fresk ve mozaikleri ile dikkat çeken bu 11.yüzyıl yapısı, Ukrayna’nın 7 harikası arasında sayılıyor. Barok stilde yapılmış mimarisi, altın kubbesi ve içinde yer alan freskleriyle St. Michael Katedrali, görülmeden Kiev’den ayrılınmaması gereken yapılardan. Katedral girişinde yer alan Çan Kulesine çıkarak, çıkış biraz sıkıntılı olsa da en üst noktadan Kiev manzarasını seyretmek oldukça keyifli, tavsiye ederim. Katedral ziyaretinde bilet alırken biraz kafanız karışabilir çünkü birçok bilet çeşidi var. Katedral, çan kulesi, diğer bölümler vb farklı ücretlendiriliyor.Fotoğraf çekmek katedral içinde yasak.
                   Gündüz saatlerinde, Caddenin, Bağımsızlık Meydanı yönünden yukarı merdivenlerle çıkıp, yürüyün: Kiev Ulusların Dostluğu Anıtı’nın bulunduğu Kreşatik Parkı ile Vladimir Tepesi’ni birbirine bağlayan yaya köprüsü burada İki turistik rotayı birbirine bağlayan harika  köprü ve oturma rahatlığıyla, nehri seyredebileceğiniz alan çok güzel. 210 metre uzunluğundaki bu güzel köprü 7 metre genişliğinde inşa edilmiş. Köprü üzerine ayrıca cam zemin panel var.Resmen tüylerim diken diken olarak üzerini adımlayabildim .Çünkü köprü çok yüksek, cam üzerinde havada yürüyor gibisiniz.Bütün olarak bakıldığında da Kiev için güzel bir görünüm ve kullanışlı bir turistik rota oluşturuyor.Çernobil Müzesinin olduğu taraftan köprüye aşağıdan baktığımda da , cam tabanı güzel bir açıklık sunuyor.
Köprüden sonra ulaştığınız park ve yeşil alanlarsa neredeyim diye sorduruyor güzelliğiyle.
Bunlardan, Mariinsky Park, Kiev gezilecek yerler listenize ekleyebileceğiniz güzel bir park1874 senesinde kurulan ve şehrin en popüler parklarından olan yürüyüş yapabileceğiniz ve biraz merkezin gürültüsünden uzaklaşmak için ideal bir yer.Parkın içerisinde 1744-1752 seneleri arasında Rus imparatoriçesi Elizaveta Petrovna tarafından yaptırılan dönemin ünlü mimari Francesco Bartolomeo Rastrelli imzalı Mariinsky Sarayı yer alıyor. Barok tarzdaki bu saray cumhurbaşkanın Kiev’deki resmi tören evi.

         Yarım gününüzü ise 2. dünya savaşı müzesi'ne ayırın derim. Elinde kılıç olan parlak, Rodina Mat isimli  Kiev'in koruyucu dev heykelini zaten çok uzaktan da görebilirsiniz.  Nazi-Sovyet Savaşında hayatını kaybeden 7 milyondan fazla Ukraynalı Asker anısına dikilen diğer adıyla Mother Motherland heykeli, ,sağ elinde yükselen kılıcıyla, vatanın kutsallığını, sol eli ile yolu gösteriyormuş.
Müzeye gelince, bir savaş müzesi için ; tüm yaşadıklarını gerçekten çok güzel bir şekilde tasnifleyip gelecek nesillere aktarmak üzere 2.Dünya Savaşı Ukrayna Tarihi Müzesi’nde sergilemişler. Müzede 16 sergi salonu var.Hem görevlilerce hem de levhalarla yönlendiriliyorsunuz.Fotoğraflar, eşyalar, giysiler, canlandırmalar, her şey bir canlılığı ve içi dışı kül savaşı anlatıyor.Tüyler ürpertici.Yaşanmışlıklar, yok oluş, var kalmaya çalışmak, özgürlük, ölüm, yaşam; dün, bugün, yarın.Çok güzel düzenlenmiş, sıkılmayacağınız, her yerinde bir ayrıntıyı yakalayacağınız müzede;
 6 numaralı salon ise fotoğraf çekmek için en zor yer. İnsandan yapılma sabun ve eldiven, çocuk öldürme giyotinleri, kemik öğütücüler ve ne kadar insan aklının alamayacağı mezalim varsa burada toplanmış. 2. Dünya Savaşı’nda yaşananları Ukrayna özelinde görmek için mutlaka bu müzeyi gezin.

        Müze, bahçesi ve çevresi ile çok güzel.Geniş mi geniş alana sahip, uzaktan nehri görüyorum.Koruyucu heykelden alt kata bahçeye doğru indiğinizde , grup bir heykel daha karşılayacak sizi.Hareket ve yüzlerdeki ifadeyle savaşın içinde yaşıyor insan çok gerçekçi çalışılmış. Bahçeden çıkış kapısına doğru eski tanklar, savas ucaklarından oluşan gruplar sizi bekliyor.

        Müzeyi gezdikten sonra hemen yan tarafta bulunan kiev'in en büyük kilisesi olan Pecherska Lavra kilisesi kesinlikle görülmeli. Kiev hepimizin bildiği gibi kiliseler ve manastırlar şehri. Ancak, bu manastır Kiev’deki mabetlerin atası gibi. Burası, Ortodoksların kutsal hacı olma yeri ve UNESCO listesinde de yer alan Kiev’in En Önemli dini merkezi . Kiliselerin 12’si yer üstünde, 6’sı yer altında bulunuyor. Bu sebeple bu manastıra, yani  “Mağaralar Manastırı” na, Pechersk Lavra’ya Church of Trinity’nin hala  ayakta kalan kapısından giriliyor.Pechersk Lavra,  28 hektarlık bir arazi üzerine kurulmuş çok büyük bir kompleks. Kilise tek bir binadan ziyade, bir binalar kompleksi gibi. İçeri girdikten sonra önünüze ilk olarak bir paskalya yumurtası çıkacak. Parlak, aynalardan oluşan bir yumurta bu.Solunuzda Pechersk Lavra’nın Tarihi Müzesi var.
 1731-1745 yılları arasında inşa edilen The Great Lavra Bell Tower ya da diğer adıyla The Great Belfry, manastırın çan kulesi.  Kule  96,5 m yükseklik ile manastırın en yüksek binası. Nefes nefese merdivenlerini çıktığımız , 3 katlı olarak inşa edilen kulenin son katında bir gözlem platformu var.
Kulenin gözlem platformuna çıktığımızda çok güzel bir manzara ile karşılaşıyor ve buraya çıkmakla ne kadar doğru yaptığımızı görüyoruz.  Hemen karşımızda muhteşem The Assumption Cathedral’i var. Hemen sağ tarafımızda ise bir yemekhane bulunuyor. Devamındaki yapı ise Metropolitan Evi. Uzaklarda ise Dinyeper Nehri ve karşı kıyıdaki şehrin modern yüzü ile Kiev Anavatan Heykeli görülüyor.Yine ilerde zamanında keşişlerin kaldığı ve eğitim gördüğü binalar var.Manastırdaki en büyük bina The Assumption Cathedral’i.Katedralin içi loş , hatta karanlık, mumlarla daha da farklı.Görkeminin yanı sıra, duvar resimleri mutlaka görülmeli. Katedralin hemen sol tarafındaki tek katlı bina kompleksi ise Ukrayna Hazineleri Müzesi.Yine,  Lavra kilisesi içerisinde bulunan Mikrominyatür Müzesini de gezebilirsiniz.
         
Yolun sonunda da gezmeyi hevesle beklediğim tarihi mağaralar var. Mağaraların zamanında Moskova'ya kadar yer altından gittiği rivayet ediliyor.
 Ortadoks inancında hacı olabilmek için buradaki 1000 yıllık mağaralarda ibadet yapmak şartmış. Mağaralar Vedensky Kilisesi’nin altında bulunuyor. Girişte eğer kısa elbiseli ve şortluysanız mutfak önlüğü benzeri bir elbise giymenizi ve baş örtüsü takmanızı istiyorlar. Elektrik yok. Mağaralar birbirine ince koridorlarla bağlı. İçerisi labirent gibi ve dar. Mumsuz önünüzü görmeniz imkansız. Her taraf hacı adayları ve papazlarla dolu.Bazı mağaralardaki ibadeti , arkadan gelen ziyaretçiler izin verirse izleyebiliyorsunuz. Mağara içerisinde mumyalanmış papazların bulunduğu küçük  üstü cam tabutlar var, dini günlerde ve gezerken insanlar bu tabutların başında dua ediyor. Giysilerini görüyorsunuz, bazılarında gümüş bir el göğsünde duruyor.Oldukça klostrofobik bir ortam.Bu rotaya da sabah başlayıp, akşaüstüne dek sürdürdük.                   Burayı gezmeyi tamamlayınca, taksi tutup dönmek daha mantıklıydı. Bu bölgeye yakın olan Arsenalna Metrosu’na geldik. 105.5 metre derinliğiyle dünyadaki en derin metro istasyonu bu. Yürüyen merdivenlerle 5-10 dakika boyunca sürekli aşağı doğru iniyorsunuz.Görün ve mutlaka bir yerlere onunla ulaşın. Bu metro, dünyanın en eski ve büyük metrolarından biri olmasının yanı sıra iç tasarımı ve mühendisliğiyle de göz dolduruyor. Kalabalık ama kimse kimsye çarpmıyor.Ne kadar derin dediğim ama güzelliği, havadarlığı ve temizliğiyle hiç rahatsız etmeyen bir deneyimdi.
        Eski Kiev’i görmek istiyorsanız mutlaka Podol’a gitmelisiniz. Bu semt, yerel mimariyi görebileceğiniz evleri, dar sokakları, limanı, kuşaktan kuşağa uzun yılar boyunca kurulan pazarı ile şehrin görülmesi gereken önemli noktalarından. Başkanlık Sarayı’nın bir parçası olan Canavarlı Ev (House with Chimera) Kievli mimar Vladislav Gorodezhki tarafından 1903 yılında yapılmış. Mimar, bu binayı çok sevdiği kızının ölümü üzerine, akıl sağlığını kaybederek tasarlamış. Bina, dışında ve içinde çok sayıda canavar heykelini barındıran fantastik bir yapı.Baktıkça yeni bir heykel keşfediyorsunuz.Korkutucu mu, ürkütücü mü, bunalım mı adlandıramadığım yapı.
      
Benim Kiev seyahatimdeki favori noktalarımdan biri de Andrevski Yokuşu (Andrevski Spusk) oldu. Burası geçmişte şehrin yönetim kısmı olan üst bölge ile halkın yaşadığı alt bölgeyi birbirine bağlayan önemli bir geçitken ,günümüzde şehrin en popüler yerlerinden.Yokuş, ilk yapıldığı dönemde yayaların geçebileceği bir yerken 1711 yılında yol genişletilerek at arabalarının da geçebileceği önemli bir bağlantı yolu olmuş.
Arnavut kaldırımları ile dikkat çeken Podil semtinin bu güzel bölgesinin en üst kısmında St Andrews Kilisesi yer alıyor.Yokuşun başında tüm görkemi ve göğe uzanan kuleleriyle renkli. Özellikle kilise ve çevresi bana ressamlarıyla Paris‘teki
 Montmartre Tepesi‘ni anımsattı.
Bölgenin en önemli özelliği ise hediyelik eşya alışverişi konusunda şehrin en zengin noktası olması. Yokuş boyunca  tezgahlar sıralanmış durumda. Matruşkalar, yöresel kıyafetler, magnetler, ahşap ürünler .Bunun dışında tezgahlarda yer alan ve Sovyet döneminden kalma askeri ürünler, flamalar, antika ürünlerin yanında eski fotoğraf makinesi öyle çok ki şaşırıyorum.

Biraz daha aşağıda Solomyanska Brovarniya kesinlikle uğranması gereken bir yer. kendi biralarını yapıyorlar. Filtresiz buğday birası denenmeli. Yokuşun sonuna doğru solda meşhur  Lviv Handmade Chocolate ı gezin, ama fiyatları ucuz değil.
Yokuşun bitiminde varmış olduğunuz yer Podil veya Padol olarak adlandırılan Kiev'in en eski mahallelerinden biri. Yokuş bittikten sonra sağa dönüp cafe ve restaurantların bulunduğu Sagaidachnogo Caddesini boydan boya yürüyün. Yol üzerinde, 1986 yılındaki Çernobil faciasından etkilenenlere adanmış olan Chernobly Museum (Çernobil Müzesi), faciaya ilişkin obje, fotoğraf ve belgeleri sergiliyor.Sagaidachnogo caddesinin bitiminde nehir kenarına ulaşırsınız
Sol tarafta büyük bir meydan ve eski bir tekne limanı gibi bir yapı var. Bu alandan ileriye doğru nehir boyunca yürüyebilirsiniz. Az ileride sadece yayalara özel Parkovy Köprüsü oldukça fotojenik.
Yaz aylarında nehir kenarı tamamen beach olarak kullanılıyor. hem cafeler var, hem de havlusunu serip yatanlar oluyormuş. Sahilden içeri doğru ilerlediğinizde sanki ege kıyılarında ufak bir sayfiye yerinde gibi hissedebilirsiniz. Şehir merkezinden 20 dk yürüyüş ile bu kadar sakin bir yere gelebilmek bence bir nimet.
Ve güzel nehrin ortasında adacık bir vaha gibi, burası da plajlarla süslü ve yeşil.
          Kiev'de gece kulüplerinde masa almak önemliymiş. Her masa için belirlenen depozito miktarını veriyor, bişiler yiyip  içiyorsunuz; eğer fazlasını içtiyseniz ona hesap geliyor  dediler ve   gece 12'den önce gitmeyin boş olur mekan diye eklediler. Hepsinde 150-250 uah arasında değişen giriş ücreti var ve kızlar için fiyat  daha düşük. Biz de Sorry Babushka, ya uğradık. Üst kat karaoke, alt kat striptiz barmış. Orta kısım ise disco. Masa iter misiniz dediler, bileklik veriyorlar, kırmızı renk kimse rahatsız etmesin rengiymiş.Ama vakit erken ve hafta içiydi, sanırım o nedenle boştu diyebilirim. Oldukça gürültülü dısco müziği eşlik ediyor.Ben sevmedim, çok kalmadık.Bizim için şehrin gece de caddelerinde olup, o güzel pub ve cafelerine takılmak gerçekten daha güzeldi.

İşte favorilerim:


·         6. Altın Kapı (Golden Gate)
·         9. Shevchenko Park
·         10. Arsenalna Metro İstasyonu
          .    11. Kreşatik Parkı ile Vladimir Tepesi’ni birbirine bağlayan yaya köprüsü