25 Şubat 2011

Uzaklar

açsam penceremi
girer mi özlediğim şehirler camdan
yasam gibi sıcak canlı
renkli
geliyorlar
yada gidiyorum ben.


İçimden geçenleri bıraktım yollara… O'ndan,bu içimi ısıtan duygudan; içimde yaşattığım özlemden, özlemin biçimlendirdiği düşlerden memnunum...
Kendimden, kentimden yola çıkıp; başka insanlara kentlere ulaşmak.Yada tam tersine...
Otobüsün kımıltısı ,kulağımda bir müzik, düşlerin kapadığı gözlerim ve uyandığımda Urfa’daydım.



Hani alevlendikçe ateş, kımıldar ya odunlar, öyle kıpır kıpır balıklar, dışardaki insanlar kadar.
Odunlar ve ateş kıyamamış ya Hz. İbrahim’e: O günden bu yana balık ve su olmuşlar Urfa’da.
Bizler de, iyilikte su gibi sonsuz akalım, öfkede kıvılcım gibi çabuk sönelim, sevgide balık olalım kıpır kıpır hiç dinlenmeden.Bu peygamberler diyarına inat.
Gecelerden bir gecede sıra . Sıra sıra dizildik sıra gecesine .Gökte ay , saz oldu söylenceler , söz oldu beğenimiz , türküler , halaylar . Ses güzelliği buralarda “isot”tanmış…Omuz omuza , diz dize , söz söze , ama en önemlisi biz bize …



Sular altındaki tarih…“Şu Fırat’ın suyu akar derindir, oy oy oy…” Siyah gül ve Mezopotamya Sümbülü biliyormuş gibi bakıyor sulara gömüleceğini.
Beline dek su içindeki hayalet şehir artık Halfeti . Tekneyle gitmek , güzel görselliğe rağmen , üzüntüden bitmek . Halfeti , camisiz minare . Öylece bakıyoruz boş evlere . Yemyeşil yaşamı veren su , bir taraftan geri almış . Artık kader olmamalı bu ikilem .






Ve Antep:
Antepte tarih, Antepte Gazi
Geze geze bu engin denizi
Antep eski yerleşi, kültür yolu , izi
Mutfak, hamam, avlu ; hayat
Kale, taş evler, hanlar
Lonca:Bakır, yemeni, sedef, kutnu
Evler; karataş, kıymıh taşı
Üstü kiremit, kırma çatı
Mağarada küpler; pekmez, zeytinyağı
Merdivenler ev dışı
Bu evleri gönlünde taşı....
Fıstık, baklava, menengiç kahvesi
Ve Gaziantep aşı
Ayrılık gözümün yaşı





Zeugma ; mozaik mozaik.Bakışında izlerken bizi mini mini taşlarla...Saz oldu söylenceler, söz oldu beğenimiz, düş oldu Zeugma...




Diye sızlanırken Harran Ovası açıldı gözlerime.Harran uçsuz bucaksuz bir yeşil deniz; gökyüzünü kucaklayan.
Bindirme teknikli , külah evler.Ağaç yoksa tuğla var; yaza-kışa uyan.Tevrattaki “Haran” mısın?Sin tanık gizemine.Sümer ve Akat dilinde “Haran-u” Seyahat-kervan veya kesişen yollar-şiddetli sıcak demeksin…
Suya susamış topraklar artık yeşil.
Çocuklar boy vermiş ekinlerden önce Harran’da.Ve yine onlar yetişiyor otobüsümüze havalanan kuşlardan önce.
Çiçek çiçek çocuklar:Rengarenk gözlerinde uzaklarda bir düşü büyütüyorlar.Elime uzanmak istiyor, sorularıma sıcaklık arıyorlar.Yarışıyorlar birbirleriyle, bizleri paylaşmak için.Başka bir dünyadan gelmişiz gibi.
Başka bir dünyadan mı geldik yoksa?
Harran’da ekinlerden önce boy veriyor çocuklar.Bu kadar çok olmamalılar oysa.Elleri büyümüş önce
Kızların, anne olmuş.Gözleri yeşil mi yeşil Harran’a inat; mavi mi mavi gökyüzüyle birleşmiş.



Ayakları çıplak kırmızı toprakta.Ben üşürken onları öyle görünce, sordum üşümüyorlar mı diye, o da bana sordu, neden üşüdüğümü! Dünyanın bütün çocukları buluşup yüzünde güldüler bir an; kayıtsız, kaygısız.
Karar verdim o an: “Büyüyünce çocuk olucam ben de!”
Üşümüyor Harran’da çocuklar, bir an yorulmuyor otobüslere koşmaktan, bıkmıyor anlatmaktan küçük
rehberler.Ellerimi çiçek dolduruyorlar, ne güzel dedim diye birine.
Diliyorum sevgi tohumu atsınlar, bu çocuklar bu topraklara....

Yine gece ve düşümdesin..
hangi rüzgara binip gittin şehrimden
gözlerimi görmüyor musun
sözcüklerimi bekleme derken
sınıyor musun deneme gücümü...



Bir gün daha ve Mardin:
Gece gerdanlık, gündüz mezarlık dediler Mardin’e.
İlki doğru ya ikinci yargı?Taş sanat olmuş dün, bugünse tarih.Motifse motif, çiçekse çiçek, hiç yıpranmadan.Mekan olmuş dünde ve bugünde insanı kucaklayan.Taşlarca bir şehir, bir güzellik, bir anıt.Kilise ise kilise, cami ise cami.Biz de taşa ve gümüşe mi işlesek hoşgörümüzü, Süryani ustalar gibi?
Yagmur çiseliyor...Suya dönüyor gökler, içim, gözlerim...



Hasankeyf, keyif ile Dicle’yi seyrediyor.Mağara evleriyle labirent gibi.Neler yaşanmış bugüne kadar?




Tatvan’da karlar örttü tüm düşüncelerimi bembeyaz.
Sonra bir mavilik açıldı düşlerime ve gözlerime yayıldı: Van Gölü.Almadı gözlerim hepsini.Akdamar Adası’na tekne keyfi ile geçerken, aynı günde güneş, yağmur, kar diye düşündüm.Doğayla yarışmak olanaksız.Akdamar’da:
Adem ve Havva, karlı Süphan’ı gözlüyorlar, kilisenin kabartmalarından.Bir tansık gerçekleşseydi de,
bizi o günlere götürse yada Adem ile Havva’yı bugünlere getirseydi!











Yine bir deniz çagırıyor beni sana gelmeye...
Söze dökmeliyim yüregimin çarpıntısını,
kül rengi bir kedere batmamak için...
Ve Nemrut’a hazırlamalıyım kendimi...









Bu gece düşümden Nemrut uyandırdı beni.Uyuyan kimdi zaten sazın, sözün güzelliğinden?Ayaklar yorgun, yürekler çarpıntılı tırmanırken zirveye,tümülüsün taşları oya oya dökülmüşler patikaya.Burada güneş olanca güzelliğiyle tarihe doğdu.Çevrede yürüdükçe karın hışırtısı, gözleri alan beyazlığı.
Heykeller bizden ulu.Hangi bilim, hangi teknik ile kesmişler dağı, bu heykelleri nasıl işlemişler, bu tümülüsü nasıl yığmışlar?Yine aynı duygu: Bu insanlara kim yardım etti o yıllarda?
Adı yaman gerçekten…Kommagene Krallığı, bir dinin doğuşu, zorlu savaşlar, büyük sevinç ve hüzünler.Tüm dünyaya hükmetme ve ölümsüzlüğe ulaşma isteği.Vasiyet.Güneşin doğuş ve batışına el uzatmak.Bugünden ne farklı?Orion ve Sirius’da saklı sır.Heybetli dağ…
Kalbim Nemrut’ta kaldı!!

Fırat’a ve Dicle’ye karışmış tüm sırlar, öyküler delice akıyor.Ben de düşüncelerimi bıraktım bu karşı
konulmaz akışa. Kendimden, kentimden yola çıkıp; başka insanlara, kentlere ulaşmak; yada tam tersini yapmak…
Memleketimi; önce görerek, sonra düşümde ve güncemde yazararak...
“Bu memleket bizim!”Çoğalalım, zenginleşelim, öfkelenelim, sarsılalım, aydınlanalım gördüklerimizle.
Bu memleket bizim!