14 Ağustos 2019

KIBRIS 18.08.2018

       Bir zamanlar turizm ve mimarinin cenneti olan Kapalı Maraş yani Varosha, dünya starları ve zenginlerinin uğrak noktalarından birisi olmuş. Savaş çıkmadan önce dünyanın en varlıklı insanlarının uğradığı bu yere Marliyn Monroe’dan Sophia Loren’e kadar birçok ünlü isim konuk olmuş.Hatta evleri de var.
Kıbrıs halkı iç savaş ve harekat sonrasında evlerini ve dükkanlarını arkalarında bırakmak zorunda kaldı.Acaba şimdinin hayalet şehri, en parlak olduğu zamanlar nasıl görünüyordu ve hikayesi neydi?    Maraş, diğer ismiyle “hayalet şehir”, Mağusa ilçesinde ve modern mimarisi ile dünyanın en lüks turizm merkezlerinden birisiymiş.13 Ağustos 1974 yılında İkinci Kıbrıs Harekâtı ile Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ele geçirilir ve anlaşmalar sonrası bölge yerleşim ve iskana kapatılır.   1974 öncesi Akdeniz’in en ünlü tatil merkezlerinden biri olan Maraş, Kıbrıs’ı ikiye ayıran Yeşil hat tampon bölgesinde.TSK mensupları ile orduevi yanında bulunan kız öğrenci yurdunda kalan öğrenciler dışında da içeriye giriş kapatılmış.   Yalnızca arazi değeri 100 milyar doları aştığı tahmin edilen şehrin turizm yönündeki yapılanması takriben 1960 yılında başlamış.6,5 km uzunluğundaki deniz kıyısında boydan boya uzanan Maraş’ın, 1970’lerde adanın %50 nin üzeri oranda oteli buradaymış.Yalnızca bu bölgenin otel yatak sayısı, bugünkü KKTC’deki toplam otel yatak sayısına eşit bir kapasiteye sahipti:45 otel, 60 apartman otel (toplam 10.000 üzeri yatak kapasitesi)Şehirde 3000 civarı büyüklü küçüklü ticari iş yeri, 99 eğlence merkezi, 25 müze, 24 sinema ve tiyatro, 21 banka, 2 spor tesisi bulunuyormuş.Özellikle, zamanında Maraş’ta bulunan, İngiliz Kraliyet ailesinin yaptırdığı Golden Sands Hotel, rivayete göre dünyanın ilk 7 yıldızlı oteli.Otelin içinde ulaşımı sağlayan bir de raylı sistem bulunuyormuş.Ayrıca arabayla otele girdikten sonra direkt odalara çıkmak mümkünmüş.Şehir genelinde ise 4469 ev, 143 resmi daire, 9 kilise, türbe ve mezarlık, 8 okul bulunuyor.Ve bu bölge tek başına özellikle 1973 yılında bütün Kıbrıs’ın turzim sektöründeki toplam gelirinin yarıdan çoğunu sağlıyormuş.  BM askerleri tarafından özel koruma altına alınan ve düzenli olarak bakımı yapılan üç binanın haricinde tüm binalar kaderine terk edilmiş vaziyette.Bu bölgenin geneli halen Kıbrıs Türk Evkaflarından Abdullah Paşa Vakfı, Lala Mustafa Paşa Vakfı ve Tekkelitika Vakfı’nın.
   Türkiye’nin 14 Ağustos 1974’deki 2. askeri müdahelesinden sonra Maraş, TSK ve BM askerinin haricinde sivil halka kapatılmış.Bu bölge, savaşın ve anlaşmazlıkların simgesi gibi, 39 yıldır terk edilmiş vaziyette ve kapalı duruyor.
   Şehre akşam saatlerinde ulaşılıyoruz.Sessiz ve kimseler yok gibi.Taksi ile askeri bölgeye giriyoruz.Caddelerde bir sürü girilmez yazısı ve barikat görerek ayrılan yoldan ilerliyor ve otelimize ulaşıyoruz. Film karesine girmiş gibi hissediyorum kendimi, sanki savaştayız yada savaş sonrası bir şehir.Aslında öyle de.İki büyük çok katlı bina, arada restoran, arka tarafta da alışveriş merkezleriyle sadece tek bir caddede özgürce dolaşabiliyoruz.Yapılar yıpranmış.Ancak kaldığımız binanın üst katına çıktığımızda görebiliyorum hayalet şehri.
Şehirdeki yapılar  geçen zaman içinde yağmalanmış ve uzun süre kullanılmadıklarından dolayı harabeye dönüşmüş durumda.1974 sabahından sonra, zaman donmuş ve o hiç uyumayan şehir, o günden beri askeri sessizliğe bürünmüş.   BM askerleri tarafından özel koruma altına alınan ve düzenli olarak bakımı yapılan üç binanın haricinde tüm binalar kaderine terk edilmiş vaziyette.Bazısı inşaat halinde kalmış, bazısı yıkılıyor, bazısının kapısı, penceresi çakılarak derme çatma kapatılmış, bazısının açıklıklarından iç mekanlar görülüyor.Merakım sürüyor , korkuyor gibiyim, heyecanlıyım ve yaşanmışlıkları hatırlayıp, baktığımda da toz kokan bir şehir.Bu bölgenin geneli halen Kıbrıs Türk Evkaflarından Abdullah Paşa Vakfı, Lala Mustafa Paşa Vakfı ve Tekkelitika Vakfı’nınmış.Ne kötü böylesi kaderine terkedilmişlik.
   Her şeye inat deniz bir o kadar canlı, mavi ve pırıl pırıl.Bu kadar temiz ve güzel hatta dalgasız bir deniz görmedim.Her bakışınızda dibi görünüyor.Dipte de o güzel kumundaki dalganın bıraktığı izler.Yüzmek ve kumsalda uzanmak çok zevkli.Sadece kumsal ve deniz eski günlerdeki ihtişamı sunuyor.Şans buraya gelip, içinde olmamız; hayalet şehri ve denizi keşfetmemiz. 

   Ve eski arabamız burada görev yapan arkadaşımızla Kıbrıs'a gelmiş; ne şans bu.Bize tahsis ediyor ve böylece gezimiz başlıyor.
Yine arkadaşımız sayesinde çok eski köylerden birini görme imkanımız oldu.Evler ferah, yüksek tavanlı, serin.Ortada bir salona açılan iki oda ve arka korıdorda bır oda ve mutfak.Müstakil ve bahçeli.Bizim köy evlerine hiç benzemiyor.İçinde minumum düzeyde ve oldukça eski eşyalar var, zaman durmuş gibi.Mutfak bankosu ve lavabosu mozaik betondan.Duvarda eski tabaklıklar var.İnsanların sıc
aklığı, kısa görev süreleri ve bahçeyi ekip biçmeleri ile bana sıcak gelen bir ortamdı.
       Geriye dönüyor ve Gazimağusa'dan başlıyoruz.   
           İçinde Kapalı Maraş’ın da yer aldığı Gazimağusa bir ortaçağ kenti. Etrafı surlar ile çevirili. Surların içi ise tarihi binalar ve kaleler ile dolu. Genelde kiliseleri camiye dönüştürmüşler. Bunlardan en önemlisi eski "St Nicholas Katedrali" şimdiki adıyla "Lala Mustafa Paşa Camii".Sade bir minare eklemesiyle katedral bozulmamış diyebilirim.Gotik tarzda işlemeli eşsiz bir penceresi bulunan katedralin 16'ıncı yüzyıl Venedik galerisi avluda yer almakta ve günümüzde şadırvan olarak kullanılıyor. Girişteki yuvarlak pencerelerin üzerinde bir Venedik arması var. Bazı hayvan figürleriyle süslü kabartmanın Salamis'teki bir tapınaktan geldiği sanılıyormuş. Batı cephesi çok iyi korunmuş.Caminin önündeki ağaç Cümbez ağacı imiş ve bu adadaki en yaşlı ağaç.  Lüzinyan, Venedik, Osmanlı, İngiliz dönemlerine tanıklık etmiş. Gölgesi ile harika bir katedral manzarası sunuyor.Sinan Paşa Camii diğer adıyla St. Peter ve Paul Kilisesi yani İkiz Kiliseler) de aynı güzergahta.Tüm eserler yürüyüş mesafesinde. Burası aslında 1358 yılında zengin bir tüccar tarafından St. Peter ve St. Paul’un anısına yaptırılan diğer adıyla, ikiz kiliseymiş. Osmanlıların Gazi Mağusa’yı almasından sonra 1571 yılında Camiye dönüştürülmüş. Caminin avlusunda 1730 yılında Fransa büyükelçiliği yapmış ve vefat etmiş ünlü Osmanlı diplomatı Çelebi Mehmet Efendi’nin mezarı var.
       Mağusa'nın İngilizce ismi Famagusta bir çok tabelada ve haritada karşınıza çıkıyor.
Mağusa Namık Kemal'in sürgün edildiği yer aynı zamanda. Namık Kemal Zindanı, hemen şehir merkezinde: Venedik Sarayı’nın bahçesinde yer alan eski bir zindan olan müze, 1873’de ünlü Türk şair, gazeteci, oyun yazarı, bürokrat Namık Kemal burada hapsedildiği için onun adıyla anılmış. Zindanın tek kapısı sarayın bahçesine açılıyor ve bugün müzede Namık Kemal’in oradaki günlerini anlatan bir düzenleme ile eşyalar sergilenmiş
Othello Kulesi; 14.yüzyılda Gazi Mağusa Limanı’nı korumak amacıyla Lüzinyanlar tarafından yapıltırılmış. Kulenin girişinin üstünde Aziz Mark’ın Aslanı, Nicola Foscari ve 1492 tarihini gösteren kabartmalar vardır.Merdivenlerle ulaşacağınız kule çevreyi görmek için ideal. Kule ismini Shakespeare’in ünlü eseri Othello’dan almış.
St. Barnabas (Aziz Barnabas) Manastırı , Kıbrıs Adası’nda Hıristiyanlığın yayılmasını sağlayan azizlerden biri olan Kıbrıslı St. Barnabas adına yapılan manastır, bugün muhteşem ikonlarla müze olarak hizmet veriyor.
         Bu günü de çevreyi gezmeye ayırdık.Yola düşüyoruz; önce Gazi Mağusa şehrinin 8 km kuzeyinde  yer alan antik Salamis Antik Şehri , bronz çağı sonlarına doğru Anadolu ve Yunanistan’dan Kıbrıs Adası’na göç edenler tarafından kurulmuş. Şehir, istilalar ve akınlarla harabeye dönmüş olsa da bu harabeler Salamis şehrinin geçmişte yaşadığı ihtişamı hala yansıtıyor.50’li yıllardan 70’li yıllara kadar yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu ortaya çıkarılmış. Hepsi Roma Dönemi’ne ait olan yapılar, geç dönem surları, St. Epiphanios ve Campanopetra  Bazilikası, gymnasium, yağ değirmeni, forum, Zeus Tapınağı, hamam ve agora gibi binalardan oluşuyor. Kentte bulunan kalıntıların birçoğunun bu döneme ait olduğu biliniyor ve en eski kalıntıların tarihi MÖ 11. yüzyıla kadar uzanıyor.
Bu arada  Kıbrıs’ın en büyük bazilikası Ayia Epiphanios Bazilikasıymış.Ayrıca ; Salamis Tiyatrosu Salamis Nekropolü, Cellarga toplu mezarları ve krala ait anıt mezar Nikokreon Anıtı da antik kent sınırları içinde bulunuyor.
Sarı bir sıcak var.Taşlar, tozlar, kumlar, güneş.Her şeye rağmen bu antik şehir güzel, aralarda yapının gölgeleri dinlenmeye ve oturup bir zamanlar bu şehir diye düşlemeye yetiyor.

 Toplamda
GaziMağusa dan Zafer Burnuna dek 105 km yol katedeceğiz .Ve  uğradığımız Kantara kalesinin yolu buna dahil değil.

İşte, Kantara Kalesi’nin eteklerindeyiz. Kaleye gelince, aşağıda arabamızı park ediyoruz, kaleye çıkmak ise sadece 10 dakikamızı alıyor.Beşparmak Dağlarındaki üç kaleden biri Kantara .En doğuda ve boğaza 14 km mesafede.Tırmanış şeklinde olduğundan, dar ve virajlı yolları var.Ama manzara çok keyifli.Yolu yarım saat kadar uzattık ama değdi. Hala ayakta ve güzel bir kale. Kalede savunma yeri, asker odaları, su sarnıcı, tonozlu odalar, işaret kulesi gibi bölümleri gezdik.Restorasyon geçirmiş.Bu ıssız yerde bir görevlisi de var.Yapının pencerelerinden, teraslarından Karpaz Yarımadası’nın kuzey ve güney sahilleri ayaklarımız altında.
          Karpaz yarımadası eşekleri ile meşhurmuş. Bizim de önümüze çıktı.Öyle evcilleşmişler ki, yiyecek için kafasını arabanın camından içeri sokuverdi.Dikkat edin, yoldan da kolayca çekilmiyorlar, bundandır trafik de aksıyor ama her türlü fotoğraf çekebilirsiniz.
         Yarımadanın en uç noktasında , Dipkarpaz’da ise 18. yüzyılda yapıldığı düşünülen bir manastır, Apostolos Andreas Manastırı, yer alıyor. İsa’nın havarilerinden Apostolos Andreas’a adanan manastır,  ilgi çekici.  İnanışa göre ada su sıkıntısı çekerken Andreas gelmiş ve bastonunu vurarak şimdiki manastırın yanından su çıkarmış. Günümüzde o noktadan halen su akıyor ve dini günlerde Hristiyanlar ayin için buraya akın ediyorlar. Aynı zamanda bir adak ve dilek yeri olarak Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar tarafından kutsal sayılıyor. 15 Ağustos ile 30 Kasım tarihlerinde ziyaret edilmesi adettenmiş. Genellikle göz hastalıkları tedavi eden bir aziz olarak bilinmesine karşın, diğer hastalar ile dertlerine çare bulamayanların buraya adak adamaları halinde dileklerinin gerçekleşeceğine inanılıyormuş.Sarı taş bina  çok güzel, çevresinde restorasyon sürüyor.Kullanılıyor olması ve yaşatılması sevindirici.Burada da ünlü eşekleri görebilirsiniz.
    Yanında su kaynağı bulunan gotik nizamdaki küçük adak yeri ,şapel, manastırın en eski yapısı ve bu yapının M.S. XV. yüzyılda yapılmış olduğu tahmin ediliyor. Adak yerinin batı bitişiğindeki kiliseyse 1867 yılında Dipkarpaz’ın papazı ,Babayuannu İkonomonu tarafından inşa edilmiş. Adak yeri ile kilisenin çevresindeki manastır odaları 1912 yılından sonra değişik tarihlerde yapılmış.
           Karpaz, özellikle yüzmeye tutkunsanız eşi benzeri olmayan bir doğa harikası. İnce kumlu plajı Golden Beach Karpaz (Altın Kumsal), boydan boya uzanan sahil şeridi ve ufuk çizgisiyle birleşen deniziyle muhteşem anlar yaşatıyor.Ama benim favorim Kapalı Maraş sahili.
       Yine Karpaz’da, Kıbrıs adasının en kuzey ucu olarak konumlanan Zafer Burnu ise KKTC ve Türkiye bayraklarının birlikte dalgalandığı, dünyanın en güzel manzaralarından birine ev sahipliği yapan rüya gibi bir rota.Haritadan bildiğimiz tipik görüntüyü burada yakalıyorsunuz.
       Şimdi yine seyirlik bir yol ile kaçırdığımız görüntüler eşliğinde Kapalı Maraş’a , benim güzel denizime dönüyoruz.